|
Hey kurban olduğum Allah bu nasıl "fıkra olmak"

Her Trabzonlu memleketinden uzakta, hiç bilinmeyen, söylenemeyen bir Temel fıkrasıdır.

Kimse kendi memleketinde “fıkra” olmaz.

Bundan 2 yıl mukaddem aynen böyle yazmıştım; “Köpekler ayakkabı giymez” başlıklı yazımda.

Ve…

Vatanından ayrı düşmüş ''göçmen'' Rusların asimile olmakta gösterdikleri trajik yetersizliğe vurgu yapan Andrey Tarkovski''den mülhem, şu soru üsluplu kıymet hükmüne varmıştım:

“Asimile olabilseydik ''fıkra'' olur muyduk hiç?!”

Hülasa, fıkra olmaklığı, gurbet ellerde asimile olmamaya bağlamıştım. Çünkü fakire göre, folklora ait ne varsa bahaneden ibaretti sadece.

Elbette fıkra başka, fıkra olmak bambaşka…

Fıkra olmak, en geniş anlamıyla, yabancı kalmak, aykırı durmak, kendinin bile uzağına düşmek gibi bir şeydi benim için.

Fıkra komik olana ne kadar tekabül ederse, fıkra olmak da ''trajik olana'' o kadar tekabül eder.

Bütün akışların, bütün eğilimlerin hilafına ''de facto'' bir vaziyet içre bulunmaktır fıkra olmak.

Yani, Buda''nın ifadesiyle, “Göller ülkesinde ada olmak”.

Evet, evet, tastamam budur fıkra olmak:

Göller ülkesinde ada olmak.

Diyelim ki, herkes çılgınca tezahürat yaparken sessizce ağlamak…

İşte böyle bir şeydir ''fıkra olmak.

Bir hafta boyunca hasret gidermeye çalıştığım Trabzon''dan ayrılmak vakti gelip çattığında, onca şey arasından geldi yapıştı yakama fıkra olmak.

Cahit Zarifoğlu''nun “Ah şu yalnızlık / kemik gibi / ne yana dönsem batar…” mısraını çağrıştıran öyle bir hal ki bu; gurbetin cenderesinde boğar insanı, kendi memleketinde.

Gurbet…

Sılaya yaklaştıkça daha da yakıp viran eden bu acayip gurbet duygusu nasıl anlatılabilir acaba?

Şu hal:

İstanbul yoluna koyulmadan bir gün evvel, arabamı park edip taşlık yokuşları deli divane gibi tırmanarak çocukluğumun mahallesine, Erdoğdu''ya çıktım yine; hem de üst üste tam üç kez: Çık / İn. Çık / İn. Çık / İn.

Birinci çıkış Atapark''tan, ikinci çıkış Trabzon Lisesi''nin karşısındaki Osman Baba Türbesi''nin yanından, üçüncü çıkış Avni Aker''den…

Sonunda bizim oğlan onca yolu katetmenin yorgun argınlığıyla daha fazla dayanamayıp “Hep aynı yere gidiyoruz” dedi, “Neden baba?..”

Dilimin ucuna, “Çocukluğuma varmayan yolları neden yaparlar…” demek geldi ama, vazgeçtim.

Oğlum, dedim, bugün hiçbir şey sorma bana…

Sorma…

Geçmiş zamanın peşine düşen bir ''meczup'' muyum şu an?

Yoksa üç yıl önce İstanbul''da kaybettiğim en değerli varlığımdan bir lahza, bir ses, bir nefes midir aradığım bu sokaklarda?

Bilmiyorum!

Bildiğim bir şey varsa, herkes bu şehirde kendince bir şey arıyor geçmişinden.

Mesela…

Sevgili Kamil Anahar''la birlikte gittiğim Trabzonspor-Ankaraspor maçında, ''kombine bilet seyircisi'' olmanın ehlikeyifliği içinde tiyatro izler gibi suspus bir şekilde maçı izleyen Trabzonspor taraftarı birdenbire öyle bir şahlandı ki…

Ortada fol yok, yumurta yokken; yani maç tatsız tuzsuz devam ederken, hulasa, Trabzonspor zerre miskali keyif vermezken…

N''oldu böyle birdenbire?

Baktım “skorboard”a; dakika 61''i gösteriyordu.

Yani, 10 yıla 6 lig şampiyonluğu sığdıran o efsane takımın ''masal'' dakikasına.

Ali Kemal Denizci sağdan rüzgâr gibi inip ortalıyor; Hüseyin Tok yükselip kafayı çakıyor ve Fenerbahçe''yi yine puansız gönderiyor evine…

Evet, herkes bu şehirde kendince bir şey arıyor geçmişinden.

Bense, o 61''inci dakikada, kendime bile itiraf etmekten korktuğumu…

Bir lahzalık anın hatırasını bile bir nefes gibi ciğerlerime alabildiğine çekebilmek için Trabzon sokaklarını deli divane gibi dolaştığımı…

Trabzonspor''un mağlup olmasının üzüntüsünü yüzümden okuyup, “N''oldu yendiler mi sizi?..” sorusuna, hal diliyle, “evet” cevabını verince, “Madem yendiler sizi bir daha oynamayın onlarla…” diyen yenilmezliğin sahibini…annemi hatırladım.

Avni Aker tezahürattan yıkılırken…

Ağladım.

il y a 16 ans
Hey kurban olduğum Allah bu nasıl "fıkra olmak"
Asperger sendromu
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim