|
Yeni sınıfın yeni dallaması

Merkeze yeni yerleşmiş, vaktiyle sıkı sıkıya çevreye mensup eski bir arkadaşla karşılaştım.

Nerden gerektiyse birdenbire, “Sen hiç değişmemişsin yav…” dedi.

“Hatırın için…” dedim.

Anlama gayretiyle donuk gözlerle yüzüme fikslenerek “Nasıl yani?..” diye sordu.

“Ne kadar değiştiğinizi anlayabilmeniz için bizim gibi ''değişmezlere'' de ihtiyaç var…” karşılığını verdim.

Anlamadığını gizleme gayretiyle yüzüne yapıştırdığı sahte gülümsemeyi kahkaha atarak nihayete erdirdi.

Ve…

“Ben demedim mi sen hiç değişmemişsin…” diye geveledi.

O kadar çok değişmiş, o kadar çok “merkez”e yerleşmişti ki, “çevre”deki her şeyin, herkesin değişmediğine inanıyordu nerdeyse.

Her halinden belliydi bu.

Aslında sen de haklısın, dedim. Hep çatışma, hep çatışma da nereye kadar. Allah''ın verdiği nimetlere sahip olmak lazım…

Yine hiçbir şey anlamadı; öyle yüzüme bakakaldı.

“Çevre-merkez çatışması var ya, onu diyorum…” dedim. “Sürgit çevrede kalmak niçin kaderin olsun? Merkezde yer almak senin de hakkın değil mi?..”

Anladığını belli etmeye çalışarak “Haa, evet” dedi, başka da bir şey demedi.

Ciddi miyim sarakaya mı alıyorum, emin değildi.

İkircikli hali onaylamasına engel olsa da, son model arabasına istem dışı bakmasına engel olmadı.

Ben yarattım dercesine seyrettiği arabasını işaretle “Türkiye''de çok az insanda var bunlardan…” dedim, “Belirli sayıda üretiliyormuş…”

“Öyleymiş…” dedi, tuhaf bir gönenmeyle.

“Kilometrede kaç yakıyor bu?..” şeklinde taksici muhabbetine sardırarak karizmasıyla biraz eğlenmeye niyetlendim; lakin cep telefonu imdadına yetişti.

“Merhaba dostum, nasılsın…” diye başladı söze.

Anlayabildiğim kadarıyla kendisi gibi çevreden merkeze doğru dörtnala koşan bir dostuyla konuşuyordu. (İyice merkeze yerleşti hıyar; çevredeyken “ihvan kardeşlerine” asla dostum diye hitap etmezdi. )

Besbelli ki ''dostunun'' yardıma ihtiyacı vardı. Bizimkinden kankası olan bir bürokratla konuşmasını yana yakıla rica ediyordu.

“Tamam, söz, valla konuşacağım…” diyor, lakin ''dostu'' bir türlü ikna olmuyordu.

“Dostum niye anlamıyorsun, konuşacağım diyorum ya…” şeklinde son derece babacan bir edayla çıkıştıktan sonra sesini biraz kısarak, “O da Umre''de olacak zaten.” dedi, “Orada meseleyi açarım ona, merak etme…”

Vay dallama vay!

Demek Umre''de iş bağlayacak!..

Takılmak maksadıyla “Umre''ye mi gidiyorsun...” diye sorunca, domuzluğuna anlamazlıktan gelip, riya üsluplu rezil bir mütevazılıkla “Allah kabul eder inşallah…” karşılığını verdi.

Tepem attı: Merkez kabul etsin gerisi kolay, dedim.

“Deminden beri merkez diye bir şey tutturdun ama…” dedi.

Bir açıklama bekliyordu.

Dostu ve kendisi dahil, muhterem tufeyli takımının Umre''de iş konuşacak kadar toplumun ana omurgası mesabesindeki merkezi (temel) değerlere yabancılaştığını…

Merkeze yerleşmek için enva-i çeşit hokkabazlık yapmalarına rağmen gerçekte merkezden uzaklaştıklarını…

Çünkü Edward Shils''den mülhem çevre-merkez kavramlaştırmasını başta Şerif Mardin olmak üzere bizdeki sosyal bilimcilerin bir bakıma tersyüz ederek kullandıklarını, aslında merkezin bizzat toplumun kendisi olduğunu…

Milovan Djilas''ın kavramlaştırdığı “Yeni Sınıf” vesilesiyle, Ahmet Özcan''ın belirttiği gibi, bizdeki yeni sınıfın “Özal ANAP''ının” ana rahminde büyüdüğünü…

ANAP''ın yeni sınıfının akıbeti ne olduysa kendisi gibi dallama muhteremlerin de aynı olacağını…

Dahası, tedavüldeki çevre-merkez ayrışmasının bir rüknüne göre, merkez daha okumuş, daha kültürlü, çevre ise daha cahil ve banal olduğu için, bu dallama halleriyle merkezde yer almalarının zaten mümkün olamayacağını…

Binlerce iş bitirip istedikleri kadar semirseler de “yeni sınıfın yeni dallamaları” olmaktan öteye gidemeyeceklerini anlatmadım tabii.

Sadece…

“Umre''ye çok gidiyor musun bari?..” diye sordum.

16 yıl önce
Yeni sınıfın yeni dallaması
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset