|
Mülkiye ruhu mu? Tuz ruhunu tercih ederim!

Anadolu''da, sıradan bir ortaöğrenim öğrencisinin her zaman üç önemli hayali olmuştur: Doktor olmak, mühendis olmak ve kaymakam olmak. Ebeveynler ilk ikisini, dillerini anlamadığı için; sonrakini ise, düpedüz kendisinden çekindikleri için yüceltirler ve daha Ergenekon''a hazırlanan tıfılların önüne birer Kızılelma diye koyarlar.

Her neyse, Siyasal Bilgiler''i kazandığımı öğrendiğim gün, koltuklarım dövüşe hazırlanmış bir horozun kanatları gibiydi, hatırlıyorum. En çok da annem babam benimle gurur duyacağı için...

1991''de Mülkiye''ye, hazırlık sınıfına başladığımda, dikkatimi rahatsız edecek şekilde çeken ilk şey, hocalarımızın kafalarına birer huni gibi geçirdikleri o renksiz, fukara, hiçbir mistisizmin ritmine ayak uyduramayacak kadar dar şablonlarıydı. (Bir de utanmadan, şu ''68 gevişini ağızlarında öteye beriye çevir babam çevir, şişinip duruyorlardı.) Sonra Frenkçe''yi ikmal edip gerçek Mülkiye''ye vasıl olunca, asıl o zaman anladık hanyayla konyayı.

İlk günlerimi iyi hatırlıyorum. Genellikle şaşkınlık içindeydim. Koridor duvarlarında, hayatımda ilk kez gördüğüm marjinal sol fraksiyonların resim-afiş sergilerini ağzım açık seyrediyordum. Bildirileri tek tek okuyordum. Dağıtılan el ilanlarını son satırına kadar, didik didik ediyordum. Çok yeni bir şeyle karşı karşıya olduğumu hissediyordum. Sonra o ilanların izini sürüp, gazete bayilerinin tozlu köşelerine sıkıştırılmış marjinal dergilere filan da ulaştım. Bu dergiler, aklın bağını kazıktan iyice çözmüşlerdi galiba! Mantığın gramerini bozmuşlar da bırakmışlardı bir kenarda... Sıradan bir adam öldürme olayının, aslında "halkın yargılaması ve cezalandırması" olabileceğini; on altı-on yedi kişilik bir grubun yaptığı herhangi bir korsan gösterinin "yığınların ayaklanması" olabileceğini o dergilerde öğrendim ve elbette ki Mülkiye''nin koridorlarındaki, süresiz resim-afiş sergilerinde! Bu ayağı yerden kesik bilim-kurgu dergilerini çıkaranların çoğu da bizim kantinde oturuyordu. Kantin, bir yandan çay-sigara içilen; bir yandan da bez afişlere kadar her türlü gösteri aracının hazırlandığı bir tür ilkel matbaa görünümündeydi.

Sonra derslere girip çıkmaya başladık. Tutturdular bir Mülkiyeli Ruhu diye. Bütün hocalar, daha ilk derslerden itibaren tesbih gibi çekmeye başladılar. Aşağı yukarı bütün ideoloji şu formüle dayanıyordu: "A) 27 Mayıs iyidir, darbe marbe değildir. B) 12 Eylül Rejimi cüzamlıdır, ısırır. C) Demokrat Parti bir canavardır; Halk Partisi, yani İnönü ise şöyle ''yurtsever''dir, böyle cengaverdir. D) Özal gizli bir karşı-devrimcidir E) Osmanlı Devleti, bu günkü Yunanistan''dan daha dikkate değer ve daha "bizim" değildir. (İlber Ortaylı hariç tabii) F) Gazetelerin içinde en güzeli Cumhuriyet''tir... vs. Bütün bunların üzerine de elbette ki elden düşme üçüncü sınıf bir ateizm takıntısı. Ne bir derinlik, ne renkli ve ilginç bir evren tasavvuru, ne sıradışı bir fikir. Hiçbir şey ve hiçbir şey! Çoğunun, sosyal bilimler hocalarının bile, ilkokul düzeyinde dinî bilgilere ihtiyacı vardı bir kere. Kendi alanlarında ülke çapında otorite sayılan hocalarımız, bu topraklarda yaşayanların çoğunluğunun inanıp yaşadığı din söz konusu olduğunda -bana daima gönüllüymüş izlenimi veren- bir cehalet serdediyorlardı.

140. Yılı''nı kutlayan Mülkiye için, bana en doğru gelen değerlendirmeleri Besim Tibuk yaptı CNN Türk''te. Dekanımız ise, maalesef hâlâ "oradaydı." Mülkiye için maddî birtakım çabalarını biliyoruz; ama manevi olarak, Mülkiye''nin içi boş "Ruh"una onun da fazlaca kapılmış olduğunu gördüm ben.

24 yıl önce
Mülkiye ruhu mu? Tuz ruhunu tercih ederim!
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset