|
Terazi

Hz. Mevlânâ bir dost meclisinde sohbet edecek, fakat konuşmuyor, bir beklediği var gibi, gözleri birini arıyor. Filanca kişi nerededir diye soruyor, neden gelmedi hâlâ? Bilmiyoruz efendim diyorlar, ihmal etmezdi meclisinizi ama… Kapı açılıyor o sıra, gelen Hazretin beklediği bendesi. Aralarında şu minval bir konuşma geçiyor:

-Nerede kaldınız, yapmazdınız böyle?

-Bağışlayın efendim, namazı eda ettiğim camide bir hoca efendinin vaazı vardı, çıkmak istedim ama cemaat çok kalabalıktı, çıkamadım, o sebepten geciktim.

-Ne anlattı vaiz efendi?

-İmanın ne büyük bir nimet olduğundan bahsetti efendim. Mevlâ’nın kâfirlere nispetle müminlere ne kadar büyük bir nimet bahşettiğini ayetlerle, hadislerle anlattı. Mümin olduğumuz için ne kadar şükretmemiz gerektiğini hatırlattı.

Bunu duyunca birden celallenir Hazreti Mevlânâ, sert bir eda ile o bendesinin şahsında her birimizin yüzüne tokat gibi çarpacak olan şu ifadeler dökülür dudaklarından:

-Öyle mi? Kendisini kâfirlerin terazisinde tartıp bir şey olduğunu zannedeceğine, keşke peygamberlerin, sıddıkların, âriflerin terazisinde tartsaydı da bir hiç olduğunu anlasaydı vaiz efendi!

Sessizlik…

İnsan tartar kendisini. Hem de en küçük meseleden en derin mevzuya, müşahhasın en kabasından en zarif mücerrede kadar her hususta tartar. Bazen, bile isteye yapar bunu, bazen tartıya çıktığının farkına bile varmaz, kendisini kandırma pahasına terazinin ayarlarını altüst eder bazen, ama mutlaka yapar. Güzelliğini görmek istediği vakit çirkinlerin terazisine çıkar insan, cömertliğine ikna olmak için cimrilerin kantarına vurur kendisini, ne kadar âbid ve zâhid olduğunu ispat için bînamazların; o kadar da günahkâr olmadığına teselli için ayık gezmeyenlerin terazisine çıkarır nefsini ve rahatlar, mutlu olur, iyilerden olduğuna kâni olur insan.

Başkasını kandıran sûretâ kazanır oysa ama kendisini kandıran mutlak kaybetmiştir! Bunu bilmez, aslına bakarsanız bilir de bilmezden gelmek hoşuna gider insanın. Ölçü ortaya konulmuştur oysa, nettir: Dünya işlerinde kendinizden aşağıdakine bakınız ki halinize hamdetmeye kapı aralansın; âhiret işlerinde kendinizden yukarıdakine bakınız ki daha fazlasını yapmak için gayrete gelesiniz.

Meselenin mal mülk, ev bark, yeme içme olduğu yerde kendimizden daha aşağıda olanı görmek kolaydır. Sokakta, ekranda, sosyal medyada, orada burada bizden zor durumda olanlarla her zaman karşılaşırız. Fakat nefsimiz onları görmek istemez pek, sürekli bizden daha iyi durumda olanların haliyle meşgul eder bizi. Peynir, zeytini bulabilen ekmek bulamayanı görüp hamdetmez pek; ama kebap baklava yiyene bakıp iç geçirir. Normaldir, zira insan daha çoğunu ister güzel olduğuna vehmettiği şeylerin.

Mesele kulluk, güzel ahlak, iman olduğunda aynı nefs insanı kendisinden perişan olanlarla mukayeseye davet eder. Bu da normaldir, çünkü hem zora gelmek işine gelmez nefsin, hem de mânâ yolunun güzelleriyle karşılaşma herkese nasip olmaz. Secdenin hakkını verenlerle karşılaşsa kıldığı namazlardan utanacak, alıp verdiği her bir nefeste zikirle meşgul olanı görse çektiği tespih gözünde hiç olacak, onca ilim ve irfanına rağmen tevazu ve mahviyetin zirvesinde dolaşan zatları tanısa hem bir şey bilmediğini fark edecek, hem de kibriyle yüzleşecektir. Bu utanma, bu fark ediş, bu idrak onu daha iyiye, daha güzele, daha doğruya sevk edecektir; buradan tevazu ve mahviyete, kulluğa ve muhabbete bir yol açılacaktır ama bu güzel insanları görmek ve tanımak hem nasip işidir hem de zordur. Çünkü sokakta, ekranda, orada burada karşına çıkmazlar pek, hele de bu çağda. Karşısına çıkana da istifade etmek yerine kulp takmayı pek sever zalim nefs. Kendi hayrına olacağını bal gibi bilir de bedeli de kendisinin ödeyeceğini bildiği için kendi hayrından vazgeçer.

İyilere karışmanın yolu kendini kötülerden bilmekten geçer, kötülerden olmak için kendini iyilerden zannetmek kâfidir. Hâlbuki insan hiçbir şey yapamıyorsa bile, iyilerin hayat hikâyelerini, menkıbelerini, sohbetlerini okusa hem iyilerden olamadığını fark eder, hem kötülerden olmaktan kurtulmanın çarelerini aramaya başlar. Peygamberi izamın hayatlarını okumak imanı kavileştirir buyurmuşlar, evliya-yı kiramın hayatlarını okumak muhabbeti ziyadeleştirir. Nasıl demeyin hemen, bu kadar kolay mı demeyin! Denemesi bedava agacım!

Reşehat, Nefahatü’l-Üns, Menâkıbu’l-Ârifin, Avârifü’l-Meârif, Tezkiretü’l-Evliyâ…

Olur mu öyle şey diyen dostları bu kitaplardan birisini günde 15 sayfadan az olmamak üzere peş peşe 3 gün okumaya davet ederim. Üçüncü günün sonunda kalbinde bir muhabbet, hayatında bir güzellik, ahvalinde iyiye doğru bir gidiş olmayan kişi gelsin yakama yapışsın.

Diyeceksiniz ki seni nereden bulacağız? Bugün Duşanbe’ye beklerim, Ya’kub-ı Çerhi Hazretleri’nin dergahında olacağım nasipse. Hafta içi Tirmiz, Semerkand ve Buhara, hafta sonu Türkistan… Menkıbelerini okuyacağınız zatların oralarda bir yerlerde bekliyor olacağım yani. Dua ve muhabbetle.

#Mevlânâ
#Ya’kub-ı Çerhi
#Tirmiz
#Semerkand
2 yıl önce
Terazi
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’