|
Zamânın kırılganlığı

Hollywood’un “dâhî çocukları” olarak bilinen Coen Kardeşlerin Fargo isimli hârikûlade bir dizisi var. Dizi sağanağı altında biraz eskimiş görünse de seyretmemiş olanlara harâretle tavsiye ederim. Genellikle karlar altındaki geniş düzlüklere sâhip tabiatıyla Minnesota’nın küçük kasabalarında geçiyor hâdiseler. İşin içinde elbette sürükleyici polisiye süreçler var. Ama benim bu dizide dikkâtimi çeken dizideki insan portreleri. Derin Amerika’nın tenhalıklarında hayât süren “küçük insanlar...” İyisiyle, kötüsüyle, zayıflıkları ve egolarıyla… Her sezon bir psikopat kaatil merkezde oluyor… Olanca karanlık taraflarıyla filozof tabiatlı adamlar bunlar. Coen kardeşler onları çarpıcı sahnelerde son derecede düşündürücü repliklerlerle konuşturuyorlar. Bunların arasında 2. Sezonda Bookem Woodbine’ın başarıyla canlandırdığı bir zenci kirâlık kaatilin bir sahnede karşısındaki hafif meşrep bir kıza söyledikleri bana bir hayli tesir etmiştir: “Devrim ne demek, biliyor musun?”diye sorar.. Kızcağız afallamıştır.. Cevap veremez.. Kirâlık kaatil devam eder: “İnsanlar bunu “değişme” veyâ “yenileşme” zanneder; hâlbuki astral fizikte bu kavram tam tersine “bir yıldızın aslına dönmesi” mânâsına gelir...”

Modern dünyânın zamân husûsunda insan zihnini çok darlaştıran tesirlerde bulunduğunu görüyoruz. İnsanı dakikleştiren; o derecede de bunaltan bir tesirdir bu. Randevu saatleri, mesâî saatleri, haftalık, aylık, en fazla senelik rutinler üzerinden hep bir telâş, hep bir şeyleri ona biçilen zaman dilimlerinde yetiştirme gayretkeşliği... Ahmed Hamdi Tanpınar’ın “yekpâre zaman” dediği şeyin modern târihlerde pek yeri yok. Modern insanın zaman tasavvuru delik deşik, parça parça.. Mütemâdiyen zamanla yapılan bir yarış.. Alabildiğine yıpratıcı.. Aslında “zamânın içinde” yaşamak insanın değişmeyen mukadderatı. Hep öyle olmamış mıdır? Ama “zamâna mahkûm” yaşamak başka bir iş…

Zaman modern zihinlerde alabildiğine kırılgan.. Siyâsal düzlemde modern devrim fikrinin de bu kırılganlaşmanın bir neticesi olduğunu düşünüyorum. Sâdece bu kadar da değil: Modern muhafazakârlığın devrimci tehdit algılaması üzerinden geliştirdiği “zamânı dondurma” temayülünün de buradan neşet ettiğini düşünürüm. İlki “zamânın kırılganlığını” görüp, bunu “tarihsel bir kırılmaya” taşımak ve arınmacı değişim için bir fırsat doğurmak ister. İkincisi ise kırılganlığını onu dondurarak gidermeye gayret eder. Aslında devrimcilikle muhafazakârlık aynı memeden beslenirler. “Zamanın kırılganlığı” algısında birleşmişlerdir. Devrimciliği bir “çocukluk hastalığı” olarak nitelemek kolaydır. Ama bakmayın siz muhafazakârlığın “ağır abi” edâlarına.. Onlar da en az devrimciler kadar çocukturlar.. Üstelik koca koca çocuklardır...

Zamânın kırılganlığı sâdece insan emeğinin zamâna mahkûm edilmesiyle sınırlı değil. Zamânın kırılganlığını emek süreçlerinin “tâtil edilmesinde” de tâkip edebiliyoruz. Artık bütün dünyâda yaygınlık kazanmış hafta sonu tâtilleri, özel günlerin hatırına verilen üç beş günlük ara tâtiller veyâ şu gelmesini dört gözle beklediğimiz meşhur yaz tâtilleri… Kapitalizm sâdece emeği nesneleştirmez, emek dışı kalan süreçlere de yapar bunu. Tâtil turizmi bunun piyasasını meydana getirir. Ama benim en fazla dikkâtimi çeken modern eğitimin boğucu dersleri arasına sıkıştırılmış ve adına “teneffüs” denilen boşluklar. Şecaat arz ederken sirkâtimizi mi söylüyoruz acaba? Yâni 40-50 dakika boyunca bir damlacık çocukları “boğuyor, nefessiz bırakıyor,” sonra da teneffüs gibi hayâtî bir şey ile mi ödüllendiriyoruz? Keşke her şey bu kadar basit kalsa... Meselâ hafta sonları cumartesi ve pazar gibi iki günden oluşuyor. cumartesiler fenâ geçmiyor belki, ama pazar denilince, hele ki kısa kış günlerinde kim pazar gününü huzurla geçirebiliyor ki? Eminim pazar denilince pek çok kişinin aklına huzursuz bir karanlık gelir… Kâhir ekseriyet için pazar demek aslında pazartesi sendromunun bir karabasan gibi yaşandığı gerilimli bir gün demektir…

Zamânın kırılganlaştırılmasının hayâta verdiğimiz değere de doğrudan veyâ dolaylı olarak tesir ettiği kanaâtindeyim. Eğer zamânı şâirin dediği gibi “yekpâre” görebilsek (var) oluş ile eylem arasındaki bağı daha rahat kurabiliriz. Bugün eylemelerimizin elbette adandığı amaçlar var. Ama amaçlarımızın anlamlı bir varoluş değeri taşıdığından şüphelerim olduğunu söylemeliyim...Başarıların ne kadarı kendimizi başarmakla alâkası kaldı, onu da doğrusu bilemiyorum. Bu aslında varoluş değeri taşımayan başarılar kuşatıyor bizi. Hayâtın rutinler üzerinden hızlı akışı onun kısalığı gibi yüzleşmesi korkunç olan durumlar doğuruyor. Onu beden üzerinden uzatmaya çalışmak güdüsü ve gayretini doğuruyor. 100 yaşını devirmiş merhûm tarihçimiz Halil İnalcık’a başbaşa kaldığımız bir gün sormuştum. Üstad o zamanlar 80’ini devirmişti. “Üstad siz hem maşaallah uzun bir ömür sâhibisiniz. Üstelik zamanı çalışan bir târihçisiniz... Ne olur söyleyin, meselâ on sene ne demektir? İnalcık Hoca acı acı güldü ve “Evlâdım gözünü bir kapa ve aç, anlarsın” dedi…

Her neyse, 2021 senesi tekmil insanlığa kutlu olsun…

#Zaman
3 yıl önce
Zamânın kırılganlığı
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı