Türkiye’de yüzyıldır belli bir seyri olan laikliğin insanların zihnine çok farklı şekillerle yansıması olağan bir durum. Gerçek tanımının, hakiki, öz uygulamasının ne olup ne olmadığı ayrı bir konu. Onu kimin nasıl yaşadığı ve nasıl algıladığı önemli bir noktadan sonra. Yüzyıla yaklaşan varlığı ve pratiğiyle laikliğin insanların zihnine yansıma biçimleri başlı başına ilginç bir konu. Müthiş bir fenomenolojik vaka örneği.Bir dini grubun baskısını ve zulmünü hissetmiş birinin laikliği kendisini başka
Türkiye’de yüzyıldır belli bir seyri olan laikliğin insanların zihnine çok farklı şekillerle yansıması olağan bir durum. Gerçek tanımının, hakiki, öz uygulamasının ne olup ne olmadığı ayrı bir konu. Onu kimin nasıl yaşadığı ve nasıl algıladığı önemli bir noktadan sonra. Yüzyıla yaklaşan varlığı ve pratiğiyle laikliğin insanların zihnine yansıma biçimleri başlı başına ilginç bir konu. Müthiş bir fenomenolojik vaka örneği.
Bir dini grubun baskısını ve zulmünü hissetmiş birinin laikliği kendisini başka dinlerin veya din anlayışlarının baskısından kurtaran bir şey olarak görenlerin algısı mesela. Tam da laikliğin kendisi üzerindeki baskısını daha fazla hissedip onu bir zulüm gerekçesi, bir baskı konusu olarak görüp yaşaması, hissetmesi de bir başka algı biçimi. Bir başkası laikliği tamamen yönetici bir bakış açısından farklı dini grupları, görüşleri adil bir biçimde bir arada tutmanın salt işlevsel bir tekniği olarak da görebilir.
Belki bir yönetim biçimi veya ilkesi olarak tanımına uygun bir algı bu ama bu algıya çok az kişiye sahip. Yönetenlerin bile çok azı laikliği bu haliyle algılamıştır Türkiye’de. Aslında daha ötesi algıları daha yaygın.
Laikliği dini grup veya cemaatlerin birbirlerine baskı ve haksızlık yapmasını, savaşmasını, üstünlük sağlamasını engellemek üzere devletin bir düzenleyici ilkesi olarak görmek yerine bizatihi onu bütün dinlerin üstünde bir hakikat ilkesi gibi görenler bir yanda. Öbür yanda laikliğe tam tersi şeytani bir rol atfedip onu bütün kötülüklerin anası gibi görenler bir başka noktada.
Neticede insanların laiklikle ilgili ne yaşadıkları, laiklik hakkındaki algıyı belirliyor. Bu algı zamanla, laikliğin farklı uygulama ve yaşanma biçimleriyle herkeste farklı şekillerde değişebiliyor da. O algılar da sabit değil. Ülkemizde laiklikle ilgili algılar hiç kimsede 10 yıl önceki gibi değil mesela. 10 yıl öncesine kadar ülkenin ana gündemi olmaktan hiç çıkmayan fetiş bir konuydu laiklik.
Başörtülülerin üniversiteye girmesiyle veya İmam-Hatip okullarına üniversitelerin kapısının açılmasıyla veya birkaç yerde dini kisveli şahsiyetlerin görünmesiyle elden gidebilecek hassas, kırılgan bir şeydi. Çünkü fonksiyonel yanı değil, fetiş yanı daha baskındı. Laiklik farklı dinler arasında düzenleyici, fonksiyonel bir yönetim ilkesi değil, bizatihi kendisi bir din haline gelmişti. Tabii kimileri için gerçek din, kimileri için batıl din.
Uğruna nice darbeler, darbe girişimleri oldu. 15 Temmuz darbe teşebbüsünde bile bir şekilde geride kalmış olsa bile laikliğin bu fetiş değerine müracaat edilmekten geri durulmadı. Oysa günümüzde laikliğin en azından toplumun geneli için böyle bir fetiş boyutu kalmamış durumda. Laiklik bugün gerçekten olması gerektiği gibi sadece bir yönetim ilkesidir ve farklı din ve mezhep anlayışlarının birbirleriyle veya devletle ilişkilerini düzenlemekten öte bir fetiş anlamı yok.
Tabii genel için yok ama ona hala fetiş anlamlar yüklemeye, ondan mesîhî beklentiler içinde olmaya devam edenler var. Bu beklentilerin ise haddi hesabı olmaz. Kimin ne bekleyip ne umduğu, buna rağmen ne bulduğunun kaydını kimse tutamaz. Fenomene hudut çizilemez.
ABD’de uçağa binerken giydiği (daha doğrusu giymediği) giysileriyle dikkati çeken ve bu haliyle uçağa alınmasının başka insanlara, bilhassa çocuklu ailelere karşı bir saldırganlık olarak görüleceği gerekçesiyle binmesine izin verilmeyen bir kadının isyanı da laiklik algısının çizilemeyen hudutlarına dair ilginç bir örnek.
Laikliği nasıl algılamış ve ondan ne beklemişse bunun en ideal şeklinin ABD’de uygulanabileceğini de düşünmüş ve o haliyle dayanmış uçağın kapısına. “O hali” ABD’de, yani laikliğin tipik bir şeklinin en modelince uygulandığı ve günümüzde çokkültürlülüğün, farklı yaşam tarzlarının en üst düzeyde tolere edildiği düşünülen ABD’de bile havaalanı görevlilerini ilk bakışta rahatsız etmiş. Bu haliyle uçağa binişini kabul edilemez bulmuşlar. Gerekçe de bu halinin aileleri rahatsız edeceği.
Türkiye’de belli ki laikliğin elden gitmiş olduğundan mustarip olan şahıs oracıkta isyanı ABD’ye değil, yine ABD üzerinden İslamcılığa patlatmış: “Bu muhafazakarlıktan bıktım. Buraya İslamcı bir ülkeden geldim. Çünkü orada kadınlar ikinci, üçüncü sınıf hatta sınıfsız. Ne giyeceğimi bilecek kadar medeniyim. Burada (Türkiye) kadınlara, biseksüellere, translara ya da geylere yapılan baskı çok fazla. Ve şimdi bu olayı yaşadım. Gerçekten başka bir İslamcı ülkede çıplakmışım gibi hissettim. Ben bir kadınım ve zoruma gitti!”
Gerçi içinde hiç “laiklik” sözcüğünün geçmediği bu sözler sözkonusu şahsın zihninde Türkiye’ye, laikliğe, İslamcılığa dair yaşananların ve buna karşı sergilenen söylemlerin tamamının seyrüseferini ele veriyor.
Kendisine dar gelen bütün evrensel ahlaki sınırları İslam’la veya İslamcılıkla özdeşleştirme algısı hiç de yersiz, karşılıksız bir algı değil.
Buradan şu soruyu sormaya tabii ki iyi bir kapı aralıyor: Türkiye’de kim neyin özgürlüğünü istemiş de Müslümanlar veya İslamcılar buna engel olmuş? Müslümanların veya muhafazakarların engel oldukları söylenen şeylere dair dünyanın başka yerlerinde nasıl bir özgürlük marjı var, kim ne kadar biliyor, kim ne kadar dikkate alıyor?
Dahası Türkiye’de laikliğe dair, İslamcılığa dair oluşan bu tür algıların temelinde hiçbir zaman giderilemeyecek bir gerilimin, bir hoşnutsuzluğun, bir kabullenemezliğin kökenleri yok mudur? Kim neyi kime neden ispatlamaya çalışacak? Kim neyi kime nasıl ispatlayabilir? Herkes kendi meşietine göre eyler, değil mi?