|
Demokratikleşme Sürecinde Hukukun Üstünlüğü ve Yargı

HSYK''nın kendisine yasalarda tanınmış olan yetkileri hiçe sayarak devam etmekte olan bir davanın savcılarını görevden alması üzerine, yargı sorununun toplumu ne kadar acıtıcı bir yara olduğu, tekrar, bütün şiddetiyle hissedildi.

Türkiye''de yargı sorununu konuşurken yargının bürokratik yönetimi ile yerel mahkemeler arasındaki ilişki genellikle göz ardı ediliyordu. Belki HSYK''nnı son tasarrufu sorunun ne kadar çarpıcı olduğunu ve bütün bir adalet idealini nasıl ifsat ve iptal edici bir defo olduğunu gösterdi. Belki bu vesileyle yargı sorunu bütün bu çarpıcılığıyla toplumun gündemine geldi. Arka arkaya birçok yerde yargının yeniden yapılandırılması üzerine bilimsel ve sivil toplantılarda yargı üzerine yeni bir paradigmanın bütün çizgileri belirginleşmeye başlıyor.

Geçtiğimiz iki günde Ankara''da Stratejik Düşünce Enstitüsü''nde düzenlenen Demokratikleşme Sürecinde Hukukun Üstünlüğü ve Yargı Konferansı''nda Türkiye''nin en seçkin hukuk adamları ve akademisyenler özellikle yargı kurumlarının sorunlarını enine boyuna tartıştılar. Konferansın ilk gününde Adalet Bakanı Sadullah Ergin, ikinci gününde Devlet Bakanı Cemil Çiçek ve eski adalet bakanlarından Hikmet Sami Türk de katıldı.

Cevabı aranan en önemli sorulardan biri hukukun üstünlüğü ilkesini gerçek anlamda gözetecek ve uygulamaya koyabilecek bir yargı sisteminin yapılandırılması oldu. Zira mevcut haliyle yargının yapısı hukukun üstünlüğünü sağlamaktan çok uzakta, aksine her yönüyle bir hukukçunun üstünlüğü düzenini tesis edecek şekilde çalışmaktadır. Yüksek yargının denetimden ve sorgulanmaktan muaf yetkileri onları yasaların üstünde tutuyor. Aldıkları kararlara karşı bir düzeltme veya itiraz yolu kapalı olan merciler oldukları halde bunu suiistimal etmekten hiç kaçmayan bir davranış tarzı sergiliyor olmaları, yargı meselesini salt yasal mevzuat konusu olmanın çok ötesine taşıyor.

Bırakınız yetki aşımını, yasalarda çok açık bir şekilde kendilerine girmelerini yasaklayan alanlara destursuzca giriyor yüksek yargıçlar. Anayasa HSYK savcı ve hakimlerin sadece idari bir kurumu olduğunu bir yargı kurumu olarak çalışamayacağını söylediği halde bu kurum bir yargılama yaparak kendi atadığı savcıları ellerindeki davaya yaklaşımlarını beğenmeyerek, yargılama sürecinden geçirmeksizin görevlerinden alabiliyor, çünkü kararlarının "kesin" olması gibi bir durumları var ve bu durumu bir silah olarak kullanmaktan geri durmuyorlar.

Oysa her yönüyle mutlakıyetçi bir yaklaşımla tesis edilmiş bu gücün hukuk metinlerini aşarak siyasete girdiğinde kendisine karşı siyasetin elinin kolunun bağlı olması bir kader değildir. Kararlarını keen lem yekûn (yok hükmünde) sayıp Resmi Gazetede yayınlamamak gibi göz ardı edilmemesi gereken bir yol vardır.

Bütün yargı kurumlarının bugün yargı reformu için ifade ettikleri tek endişe konusu siyasetin müdahalesinin artacak olması ihtimali veya tehlikesidir. Oysa bizzat adalet bakanlığının şu andaki gündeminde yer alan yargı reformu bu konuda hükümetlerin elini daha fazla bağlayacak ve müdahale imkanlarını azaltacak tedbirleri fazlasıyla içeriyor. Ayrıca bundan şikâyetçi olan yargı mensupları siyasetin âlâsını yapmaktan geri durmuyorlar. Hatta kendi yetki alanlarını bir hinterland mantığıyla sürekli genişleterek aldıkları kararlarla siyasetçiye neredeyse siyaset yapacak hiçbir alan bırakmamış oluyorlar. Cemil Çiçek''in toplantıdaki konuşmasında ifade ettiği bu sözlere katılmamak mümkün değil "emin olun bize onların yaptıkları siyasetten sadece arta kalanı yapmak düşüyor. Siyasetin tamamını neredeyse kendileri kapatmış durumda, bize ise iaşe ve ibate düşüyor".

Bu durum aslında gerçekten de son zamanlarda yaşamakta olduğumuz bütün siyasi sorunların nasıl bir şekilde yargının işleyişinden kaynaklandığını açıklıyor. Türkiye''de siyaseti yargı yapıyor ama hesabını buna rağmen siyaset ödüyor. Alabildiğine sorumsuz bir makamda bulunan yargının yönetimiyle Türk milletinin bütün kaynakları heba olup giderken o millet adına karar veren yargının o millete ödediği hiçbir hesap, duyduğu hiçbir sorumluluk yok. Çok tuhaf bir durum değil mi bu?

Toplantıda cevabı aranan bir diğer soru da bu meclisin anayasa veya anayasa değişikliği yapıp yapamayacağıydı. Cevabın bir kısmı teknik bir soruna, yani AYM''nin muhtemel iptal potansiyeline atıf yapıyordu ki, kişisel olarak bu duyarlılığı çok yanlış buluyorum. AYM''nin ne yapıp edip olası bir değişikliği iptal edeceğini dile getiren endişeler bir süre sonra AYM''nin aslında hiç de yetkisi olmayan, kendisi için yasalarda açıkça yasaklanmış olan bir alana girme ihtimalini meşrulaştırdıklarının, onun muhtemel suiistimalini şimdiden kolaylaştırdıklarını hesaba katmıyorlar.

Oysa AYM''ye herkesin yüksek sesle bu yasak alana giremeyeceğini bunu yaptığı taktirde meşruiyetini tamamen bitirmiş olacağını sürekli hatırlatmaktan başka yol yoktur. Zira AYM de Anayasayı ihlal ediyor diye oturup ağlayıp insafa gelmesini beklemenin alemi yok.

14 yıl önce
Demokratikleşme Sürecinde Hukukun Üstünlüğü ve Yargı
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi