|
Başlarken...
Bismillahirrahmanirrahim .
Yerin göğün, tüm alemlerin ve mahlukatın Yaratıcı''sı Allah''a hamd; alemlere ve insanlığa Rahmet olarak gönderilen Kutlu Elçi''ye; Kutlu Elçi''nin "güzide ashabı"na selam ederim.

Ülkemizin büyük bir deprem felaketine maruz kaldığı bugünlerde bu sütundaki yazılarıma özlü bir "hamdele" ve "salvele" ile başlamayı uygun gördüm. Bu vesile ile milletimize sabır ve metanet dileyerek geçmiş olsun diyorum.

* * *

Şimdi bu kısa girişten sonra, neden iç politikayla ilgili diğer "sıcak"sayfalarda değil de, görece "soğuk" olarak kabul edilen dış haberler sayfasında yazmaya karar verdiğimi açıklamak istiyorum.

Her şeyden önce, Türkiye''nin yaklaşık 200 yıldan bu yana sürüklendiği ve sürgit içinden çıkılmaz hale geldiği gözlenen kaotik, belirsiz ve anormal siyasi, ekonomik ve kültürel ortam, Türkiye''de yaşanan olayları, sorunları, salt iç dinamiklerle anlamayı, anlamlandırabilmeyi ve açıklayabilmeyi zorlaştırıyor. "İç dinamikler"in oluşmasında, hem bizim yakın dönemde yaşadığımız tarihsel tecrübenin nev-i şahsına münhasır özellikler taşımasının; hem de dünyada ve bölgemizde yaşanan olayların ve gelişmelerin oldukça belirleyici olduğunu ve bu gerçeğin asla gözardı edilmemesi gerektiğini düşünüyorum.

Sözgelişi, bizim yaşadığımız modernleşme deneyimi, anlam haritalarımızı, kültürel dinamiklerimizi olumsuzlayan, bu nedenle de Türkiye''de elitlerle toplumun kimliğinin, duyarlıklarının ve önceliklerinin farklılaşmasına, hatta yer yer elitlerle toplum arasında adı tam olarak konulmamış "anlamsız, yapay ve tehlikeli bir kavga"nın zuhur etmesine neden olan, anti-modern ve anti-demokratik pratikler ve kurumlar tuhaf bir "modernleşme" deneyimi.

Türkiye''nin elbette ki Osmanlı''nın son dönemlerinden itibaren yenileşmesi gerekiyordu. Ama yüzyılların birikimi, deneyimi ve mücadelesiyle oluşan anlam haritalarımızı ve kültürel dinamiklerimizi yoksaymayan bir modernleşme, yenileşme süreci olmalıydı bu.

Türk modernleşmesi konusunda çalışan sosyal bilimcilerin de hemfikir oldukları gibi, dünyada, özellikle de Batı toplumlarında yaşanan modernleşme tecrübeleri, bu toplumların kendi anlam haritalarını, kültürel dinamiklerini olumsuzlamaksızın, yoksaymaksızın geliştirilen modernleşme tecrübeleridir. Oysa Türkiye''de tam tersi ve son derece anormal olan, tüm sorunlarımızı anormalleştiren bir deneyim yaşanmıştır ve halen de bu anormal, irrasyonel tutum zorla sürdürülmeye çalışılmaktadır.

Burada mutlaka altı çizilmesi gereken önemli bir başka nokta da şu: Türkiye, Çin, İran ve Afganistan''la birlikte sömürgeleştirilemeyen birkaç ülkeden biridir. Türkiye''nin sömürgeleştirilememesine rağmen, sömürgeci Batı ülkelerinin sömürgeleştirdikleri ülkelerde yaptıkları şeylerin Türkiye''de bizzat bizim elitlerimiz tarafından hem de daha şiddetli,radikal şekillerde yapılagelmiş olması da bizim karşı karşıya kaldığımız sorunların karmaşıklaşmasına, anormalleşmesine ve içinden çıkılmaz hale gelmesine yol açan bir başka önemli faktördür. Türkiye''de elitlerin topluma, toplumun da elitlere karşı türlü takiyye biçimleri geliştirmekten kaçınmamasının nedenleri burada aranmalıdır.

Tanzimat döneminde yenilgi psikolojisi üzerine bina edilen savunmacı ve eklektik bir modernleşme projesi geliştirilmesi, Cumhuriyet döneminde ise bunun kültür ve medeniyet değitirme projesine dönüştürülmesi, Türkiye''nin sorunlarını azmanlaştırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Bizim, insanın aynı anda hem iç, hem de dış dünyasını "tanzim" eden anlam haritalarımızın reddedilmesi, ama monteleme yöntemiyle zoraki olarak topluma dayatılan projelerin, zuhur eden boşluğu dolduramaması, toplumumuzun yeniden kültürümüzün ürünü olan anlam haritalarına sarılmaya başlamasına yol açmakta, bu da elitleri panik havasına sürüklemekte, sistemin yaşadığı meşruiyet, hegemonya ve özgüven krizini artırmaktadır. Sonuçta ortaya çıkan manzara şu: Topluma duyulan güvensizlik, iç dinamiklarin bastırılması ve ardından zuhur eden veya ettirilen yapay sorunlar, kavgalar ve anormal, hissi davranış biçimleri: Tam bir akıl tutulması yani.

Böylesi bir ortamda, Türkiye, hem dünyada yaşanan gelişmelere kulak tıkayan, hem de iç dinamikleri ıskalayan "hastalıklı bir organizma" görüntüsü veriyor.

Bu yüzden, Türkiye''de yaşanan sorunlara ilişkin olarak salt "iç dinamikler"den yola çıkılarak yapılan yorumlar, analizler ve saptamalar kaçınılmaz olarak hem eksik kalıyor; hem de bizi yer yer yanlış ve yanıltıcı sonuçlara, çözüm önerilerine götürebiliyor.

Bir yandan dünyanın sürgit küreselleştiği, küçüldüğü, zaman-mekan kavramlarının eski anlamlarını ve işlevlerini yitirmeye yüztuttuğu; öte yandansa Türkiye''de vuku bulan olayların önemli bir bölüğünün dış dinamiklerin ürünü olduğu gözönünde bulundurulunca, Türkiye''de yaşanan olayları, kaçınılmaz olarak "dışarı"ya bakarak, dünyada yaşanan gelişmeleri anlamaya çalışarak daha sağlıklı bir şekilde anlamanın ve anlamlandırabilmenin mümkün olacağını düşünüyorum. Başka bir deyişle, Türkiye''de yaşanan gelişmeleri, dışarda yaşanan gelişmeleri gözardı ederek anlamlandırabilmek son derece zordur.

Bu sayfada yazacağım yazılarda bir yandan dünyada yaşanan olayları anlamaya ve anlamlandırmaya; öte yandan da hem dış politikamız, dış politika sorunlarımız, hem de ülkemizde yaşanan olaylar ve sorunlar konusunda rasyonel analizler yapmaya, tutarlı, imaginatif bir vizyon ve perspektif geliştirmeye çalışacağım.

Not: Okuyucularıma, bu sütunda Pazartesi, Çarşamba, Cumartesi ve Pazar günleri olmak üzere haftada dört gün yazacağımı bildirmek isterim.


25 yıl önce
Başlarken...
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’