|
Tarih dışında yaşamak

Bilebildiğimiz dünya tarihinde veya İslam''ın kendine özgü anlam haritaları, anlamlandırma pratikleri geliştiren bir kültür, bir medeniyet olarak tarih sahnesine çıkışından bu yana, daha önce yaşamadığımız, karşılaşmadığımız yepyeni sorunları, problemleri beraberinde getiren bir zaman diliminde yaşıyoruz.

Modernlikle birlikte başlayan sürecin 20. yüzyılda İslam medeniyetinin tek temsilcisi olan Osmanlı İmparatorluğu''nun tarihten çekilmesiyle birlikte, dünya tarihinde yepyeni bir durumla karşı karşıya kaldığımızı gözardı ediyoruz: Bir uygarlık, yerküre üzerindeki tüm diğer uygarlıkları ve kültürleri etkisiz hale getirmiş; tarihe veya zaman dışına itmeyi başarmış durumdadır.

Yeni bir durum

İşte bu yeni bir durumdur. İnsanlık tarihinde önceleri, başka uygarlıklar ve kültürler, kendi kodlarını, dinamiklerini veya paradigmalarını koruyarak, kendileri kalarak, kendilerini yenileyerek, iyi kötü, bir arada varolabiliyorlardı.

Dünyanın hızla küçüldüğü, küreselleştiği bir zaman diliminde, Batı uygarlığı''nın ve kültürünün başka kültürleri tarih dışına itme konusunda gerçekleştirdiği performansın daha da belirgin bir şekilde arttığı gözleniyor. Batı uygarlığının bir anlamda kesin zaferi olarak sunulan "tarihin sonu" tezininin geliştirilmesinin nedeni burada gizlidir.

Ancak, ABD''nin dünyanın tek süper gücü haline geldiği bir zaman diliminde geliştirilen bu zafer sarhoşluğu söyleminin, bugün gelinen noktada Batı uygarlığının mutlak zaferi olarak sunulmasının yanıltıcı olduğu, bizzat tarihin sonu tezini ortaya atan Fukuyama ve "medeniyetler çatışması"ndan sözeden Huntington gibi stratejistler veya teorisyenler tarafından açıkça ifade edilmeye başlanmıştır.

Şu an, batı uygarlığı, kendisini yenileyebilen, yeniden icat edebilen ve yeryüzünde sanal veya gerçek görünümler alan hegemonya biçimleri geliştirebilen tek uygarlık. Batı-dışı toplumlar, tarih dışında yaşamak gibi "onur kırıcı" bir gerçekle karşı karşıyalar. Onur kırıcı diyorum çünkü, bugün geliştirilen tüm kavramlar ve kurumlar Batıda üretiliyor, Batı-dışı toplumlarda ise tüketiliyor. Batı-dışı toplumların özgün olarak ürettikleri bir şey yok. Çünkü "kendi"leri yok; söyleyecekleri yeni şeyler kalmadı.

Madalyonun öteki yüzü

Bir de madayonun öteki yüzü var. Madalyonun öteki yüzü, bugün artık büyük ölçüde ABD''nin temsil ettiği ve yeniden ürettiği Batı uygarlığının, Batılı kültürel kodların tüm Batı-dışı dünya üzerinde kurduğu hegemonya, simülatif, ayartıcı, görünür alanlarla, iktidar aygıtlarını tanımlayan kavramlar ve kurumlarla sınırlı bir hegemonya. Büyük ölçüde görünür alanlarla sınırlı olduğu için de şiddet yüklü; insanların ruhunda fırtınalar estiren, belli bir zaman sonra insanları tatmin etmekten uzak olduğu anlaşılan ve insanların, özellikle de müslüman toplumların bu sığ, yüzeysel, insanın deruni yanlarına nüfuz edemeyen, agresif, tahakküm edici, sınırlayıcı, tüketici kodlara ve kurumlara karşı direniş biçimleri geliştirmelerini zorunlu kılan, Baudrillard''ın deyişiyle "fatal" (ölümcül; kendi kendini tüketecek) bir hegemonya.

Müslümanlar, kendi kodlarını, dinamiklerini, paradigmalarını yeniden icat etmeyi başaramadılar ama Batı kültürünün tüketici kodlarının da "kendi"lerini, "ben-idraklerini", anlam haritalarını, kollektif hafızalarını yok etmeyi başaramayacak kadar zayıf olduğunu kavramaya olmasa bile hissetmeye başladılar.

Batılılar, bu gerçeği, İslam''ın sunduğu, fizik gerçeklikle fizik ötesi gerçekliği aynı anda meczedebilen anlam haritalarının ne denli güçlü, köklü olduğunu; Batı kültürünün kodlarına direnilecek tek kültürün İslam kültürü olduğunu farkettikleri için İslam coğrafyasının bulunduğu havzayı 21. yüzyıla veya üçüncü binyıla ilişkin stratejilerinin merkez üssü olarak belirlemiş durumdalar.

Bu coğrafyadaki ülkelerin topyekün olarak bir medeniyet sıçraması yapmalarını mümkün kılacak çok yönlü bir varoluş ve silkiniş sürecine girmeleri şöyle dursun, sadece kendi çıkarları doğrultusunda çok uluslu bölgesel ekonomik, siyasi ve kültürel işbirliği projeleri geliştirmeye kalkışmaları bile, Batılıları, özellikle de ABD''yi fena halde ürkütüyor. Çünkü böylesi bir şey, ABD''nin stratejilerinin ve çıkarlarının alt üst olmasıyla sonuçlanacaktır.

İşte bu noktada müslüman ülkelerin, toplumların veya bireylerin ABD''den medet ummak yerine, kendi kavramlarını, kodlarını ve kurumlarını pratize edilebilir şekilde geliştirmeleri ve hayata geçirmeleri gerekiyor. Ben, bu sürece girildiğini, ama bu sürecin bir atılım, bir sıçrama gerçekleştirmeden önce yok edilmeye, tersine döndürülmeye çalışıldığını ama bu sürecin tersine döndürülmesinin artık bundan sonra mümkün olamayacağını düşünüyorum. Yeter ki, tarih dışında yaşadığımız gerçeğini bir bütün olarak kavrayalım ve tarihi yürüyüşümüzü yeniden gerçekleştirebilme konusundaki teorik ve pratik yetersizliklerimizi giderme konusunda azimle, sabırla ve yılmadan çaba göstermeye devam edelim.

Bu "yakıcı", hayati sorunu daha ayrıntılı olarak tartışmayı ve açımlamayı sürdüreceğim.

NOT: 17 Ağustos depreminin acısı henüz dinmemişken, yeni bir deprem felaketi ile daha sarsıldık. Milletimize başşağlığı ve sabır diliyorum.

24 yıl önce
Tarih dışında yaşamak
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak