
“…Osmanlı rahatsız ediyordu Mustafa Kemal’i. Silinmesi gereken bir vesikaydı yakın tarih. Mazi zaman zaman gevezelik ediyordu. Dil devrimi Selanik’in İstanbul’a isyanıdır. Selanik’in ve bütün Anadolu’nun. Osmanlı ordusu, Osmanlı teşkilatı, Osmanlı mimarisi yok edilemezdi. Ama nesillerin birbiriyle olan devamlılığı bozulabilirdi. Harf inkılabı altı yüz yılı rafa kaldırdı. Ve tarihsiz bir memleket ibda etti.”
Harf inkılabı altı yüz yılı rafa kaldırmadı sadece bin dört yüz seneyi rafa kaldırdı. Amaç yeni nesillerin mazi ile olan bütün bağlarını kesmek, onları mazisiz, öksüz ve köksüz bir hale getirmek. Bir edebiyat fakültesi mezunu bırakın Fuzuli, Baki, Nedim gibi klasikleri anlamasını “Gençliğe Hitabe”yi bile zor anlıyordu artık. Jakobence yürütülen inkılapların asıl amacı buydu. Ve cumhuriyet bir parça bunu başardı. Kendi geçmişine bu kadar ilgisiz, düşman bir millet yoktur dense yanlış olmaz. Gerekirse Hıristiyan oluruz diyebilecek kadar işi abartmış olan devlet adamlarının marifetiyle ne yazık ki koca bir nesil dinine, mazisine, musikisine, şiirine, örfüne kısacası bütün kutsallarına yabancılaştırıldı. “Harf Devrimi’nin tek amacı ve hatta en önemli amacı, okuma yazmanın yaygınlaşmasını sağlama değildir. Devrimin temel gayelerinden biri, yeni nesillere, geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslâm dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı. Yeni nesiller, eski yazıyı öğrenemeyecekler, yeni yazı ile çıkan eserleri de biz denetleyecektik. Din eserleri, eski yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı.” (Y.Kaplan) Bu tesbitlerin serapa gerçek olduğunu hangi ak-ı selim inkar edebilir? Çok şükür ki mazimizin canlı bir şahidi olan mimariye bir şey yapamadılar. Gerçi ona da dokunmaya çalıştılar ama dikiş tutmadı.
“Mustafa Kemal’in etrafında şahsiyeti henüz billurlaşmayan seyyal ve idare-i maslahatçı bir avuç okur yazar. Mustafa Kemal musikiyi değiştirmeye kalktı, yapamadı. Zevk meclislerinde gazel aranıyordu, şarkı aranıyordu. Altı yüz senenin ötesine atlamak, yani milli tarihte altı yüz senelik bir parantez, bir uçurum. Dil-Tarih Kurumu şefin bu emrini sadakatle başarmaya çalıştı. Tarih gömülmez. Binalarıyla, sokaklarıyla, müzeleriyle, mezarlarıyla yok edilmesi imkansız bir şahittir. Sıra dile geldi. Yeni harfler zaten geleneğin, irfan geleneğinin sırtına indirilen bir baltaydı. Selanikliler, Rusya’dan gelen Türkler, ve şeften iltifat görmeye koşan kızanlar dili tahrip için cansiparane bir gayret harcadılar. Mustafa Kemal işin maskaralığa vardığını anladı ama iş işten geçmişti. Hareket bir zaman gevşedi sonra tekrar hortladı. Mustafa Kemal atını senatör yapan Kaligula gibi her kaprisine lebbeyk dedirtmek mi istemişti? Yapılmayanı yapmak peşinde miydi? Dil cemiyetle beraber yürür. Cemiyeti de dili de ayakta tutan geleneklerdir. Dil gölgesidir cemiyetin. Cemiyeti geride bırakıp dörtnala koşmaz. (Cemil Meriç, Jurnal, Cilt 1. s. 301-302)
Lozan Antlaşması’nda verilen sözler bir bir yerine getiriliyordu. Önce “din” öldürülecekti sonra “dil”. Din bir kademde halledilemezdi onun yerine ondan daha kolay ve bir bakıma onun koruyucu bir sütunu olan dil değiştirilecekti. Gerisi zaten çorap söküğü gibi kendiliğinden gelecekti. Maziyi çağrıştıran, hatırlatan ne varsa hepsi öldürülecek. Bale gibi bizimle alakası olmayan nevzuhur bir şey zorla getirildi. Tıpkı şapka gibi. Cumhuriyet inkılapları halka rağmen yapıldı. Halkı ve bütün değerleri geride bırakıp dörtnala koştu. Islahatların mümeyyiz vasfı olan tedricilik ilkesi önemsenmedi her şey aniden oldu bittiye getirildi çünkü efendileri öyle istemişti. Hiçbir şeyin toplumla birlikte yürümesine izin verilmedi. Her şey buyurgan, jakobence yapıldı. Bugün yaşanan onca acının ve trajedinin arkasında bu ard niyetli hamlelerin payı azımsanmayacak kadar büyük. Ama ne yapıldıysa, neye başvurulduysa merhum Meriç’in dediği gibi tarih gömülmedi. Binalarıyla, sokaklarıyla, camileriyle, medreseleriyle, hanlarıyla, hamamlarıyla, müzeleriyle, mezarlarıyla, mezartaşlarıyla yıkılmadı, ayakta kaldı daima. Ve nihayet “Dünyanın en zengin ve en derinlikli dili olan Osmanlıca”nın müfredata girmesiyle diliyle bile tarihin hiçbir zaman gömüleyeceğini öğrenmiş olduk. Arif ve çilekeş yazarımız Yusuf Kaplan Hoca’nın önemle vurguladığı üzere Osmanlıca konusunda nesiller arasındaki kültürel devamlılığı sağlayamaya yardımcı olan, yardımcı olmak ne kelime bizatihi bu misyonu gönüllü bir şekilde deruhte eden Bediüzzaman hazretlerine, Risale-i Nur Külliyatı’na, Nur Talebelerine ve özellikle Hayrat Vakfı’na ne kadar teşekkür edilse azdır.
