İstanbul'da sanayi kenar mahallelere taştı. Her sokakta ayrı bir iş yapılıyor. Esenler tekstil ürünlerinin iplerini temizlerken, Zeytinburnu, mandal yayı takmakta ustalaştı. Vefa, kıyafetlere marka basma işini kimseye kaptırmıyor.
Ara sokaklara girdiğinizde karşılaşırsınız onlarla. Kimi zaman her evin önünde bir iki kişi, kimi zaman sokak boyunca, yan yana oturmuş onlarcası. Yanlarında ilk bakışta ne olduğunu anlayamadığınız bir yığın, elleri devamlı işleyen, bir taraftan sohbet eden kadınlar ve kenarda oynayan çocukları. Ne yaptıklarını kestiremediğinizden, kafanızda bir soru işaretiyle geçersiniz yanlarından. Söyleyelim, onlar “Ev Eksenli Çalışan Kadınlar”. Ülkemizin bacasız sanayisi (yoksa o terim turizm için mi kullanılıyordu), kayıt dışı ekonomisi (bu da olmadı), işleyen kınalı elleri (bu oldu galiba).
Bazı günler sokağımıza bir kamyonet geliyor. Komşularım evlerinden çıkarak, ellerinde bazen çuval, bazen kasalarla kamyonetin yanına gidiyorlar. Anlıyorum ki yaptıkları işi teslim etme, yeni iş alma vakti. Bir somun ve bir vidanın birleştirilmesinden ibaret olan işlerini teslim edip, yeni çuvallar, yeni kasalar alıyorlar. Ama bu benim sokağıma, mahalleme has bir görüntü değil. Şimdi İstanbul'un her köşesinde, her sokağında ayrı bir iş yapılıyor. Öyle ki, sanayimiz fabrikalardan sokak aralarına taşındı desek başımız ağrımaz. Kış mevsiminde evlerde sessiz sedasız sürüp giden bu hummalı çalışma, yazları sıcak nedeniyle kapı önlerine, bahçelere taşınıyor ve sokaklarda rengarenk görüntülere neden olan “ev eksenli” işlerden haberimiz oluyor böylece. Bir sokağa girdiğinizde üst üste yığılmış kot pantolonları, köşeyi döndüğünüzde yayları takılmaya çalışan oyuncakları, yokuştan aşağı indiğinizde içi doldurulan kalemleri, biraz daha devam ederseniz tek parça haline getirilmeye çalışılan mandalları görebilirsiniz. İşlerin çeşitliliği karşısında hayrete düşmemek mümkün değil. Ama daha ilginç olanı, kadınların bu işleri komşusundan görerek yapmaya başlamaları ve böylece adeta her sokak ya da mahallenin tek bir iş yapar hale gelmesi. Bu nedenle sokaklar belli bir işin yapıldığı açık hava atölyeleri kimliğine bürünüyor. Kadınlar kendi aralarında, “kot pantolon sokağı”, “santraç taşı sokağı” diye bahsediyor sokaklardan.
Fabrikalar elde yapılması gereken küçük işler için atölyelerinde işçi istihdam etmektense, bu işleri ev hanımlarına, parça başı üzerinden fiyatlandırarak vermeyi tercih ediyorlar. Fabrikayla bire bir dağıtımcı muhatap oluyor. Dağıtımcılar bu iş için bir dükkan kiralayarak büro haline getiriyor. Üzerinde çalışılacak iş, fabrikadan büroya, bürodan da kamyonetlerle ev hanımlarına dağıtılıyor. Her mahalle ya da sokakta irtibatta olunan ve malların teslim edildiği bir kişi bulunuyor. Bu kişi sokak ya da mahalledeki dağıtımı organize ediyor. Malların teslimi ve ücret alımı aynı kişiler üzerinden sağlanıyor. Son günlerde ise bazı belediyeler gelir düzeyi düşük vatandaşların bu işleri yaparak artı bir gelire kavuşabilmesi için bir dağıtımcı gibi aracılık yapmaya başladı.
Bu sistemle çocuklarını bırakacak kimse olmaması nedeniyle çalışamayan, ya da eşi izin vermediği için aktif çalışma hayatı içine giremeyen kadınlar evlerinden çalışma imkanı buluyor. Kadınların aile gelirine katkıları olduğu gibi, ekonomik bağımsızlıklarını da kazanma imkanı buluyorlar. Bu şekilde evinden çalışarak para biriktirip ev sahibi olduğu söylenen kadınlar bile var. Sokakta, evlerde ya da bahçelerde bir araya gelerek aynı işi yapan kadınlar sosyalleşiyor, birlik ve beraberlik duygusu geliştiriyor.
Genelde parça başı yapılan işlerin ücretleri çok düşük. Kadınlar uzun mesai saaatleri harcamalarına rağmen, sigortaları yok. İşin sürekli olup olmayacağı belli değil. Evde çalışıldığı için mesai kavramı yok. Bu her ne kadar avantaj gibi görünse de genelde kadınlar gece geç saatlere kadar çalışmak zorunda kalıyor.
İki senedir yapıyorum bu işi. Komşum yapıyordu, ondan gördüm. Ben de istedim, yapmaya başladım. Dışarıda çalışmanın geliri daha iyi ama çocuklarım var. Onları bırakamam. Mecbur böyle çalışıyoruz. Bu iş bir de evde temizlik falan derken 24 saat çalışıyoruz desek yalan değil. Geliri az ama işte yapmak zorundayız. Dışarıdan kolay gibi gözüküyor ama zor, emek işi.
3 senedir çalışıyorum. Yerleri evin arka sokağında. Gidip oradan alıyoruz. Sokakta herkes birbirinden gördü, öyle öyle yayıldı. Geliri çok iyi değil ama senden beş milyon alsam geri istersin. Bu işte kazanabildiğim kadar kazanıyorum, kendi param. Boş durmaktan iyi.
Ben daha önce yapıyordum ama gözlerimden rahatsız olduğum için bıraktım. Biraz da yorucu olduğu için. Şimdi arkadaşıma yardım ediyorum. Parası az ama bizim için bir katkı sağlıyor. Nasır bağlıyor, patlıyor ellerimiz. Eşim beni çalışmak için dışarı bırakmıyor. Bize güvenleri sonsuz ama ne de olsa dışarıda olanları görüyoruz. Bizim için de daha rahat. Mesela şimdi canım çay istese, elimden bırakırım, gidip çayımı yapıp içerim. Uykum gelse yarım saat, bir saat yatar uyurum. Başka bir yerde çalışsan onu yapamazsın.
10 senedir bu işi yapıyorum. İlk başlangıçta dağıtan adam kendi geldi ister misiniz diye. Ben de aldım yaptım. Gece 12'ye 01'lere kadar çalışıyoruz. Bazen eşlerimiz de yardım ediyor. Çok memnun değilim ama geçim dünyası. Ne de olsa bize bir katkı sağlıyor. Hem patron derdi çekmiyoruz.
Dilara Pütkül ihtiyacı olduğu için başladığı boncuk işleme sektöründe dağıtımcı olmuş. Şimdi İstanbul'un dört bir yanındaki evlere boncuk işi dağıtıyor. Bu işe nasıl başladığını şöyle anlatıyor. “1982 yılında maddi imkanım olmadığı için boncuk işlemeye başladım. Çocuğum astım hastasıydı. İki buçuk sene hastanelerdeydik, evimiz kiraydı, ikinci bir çocuğum vardı. Bir komşum boncuk işliyordu, Allah razı olsun, ondan gördüm. Ben de yapmaya başladım. İşimizi yapınca hemen paramızı alıyorduk. Nasıl oldu anlamadık birden büyüdük.”
Dilara Hanım, evde yapılan bu işlerin kadınlara katkılarını birinci elden görenlerden. “Biz burada nelerle karşılaşıyoruz. Kışın buraya giremezsiniz (bürosunu kastediyor) kalabalıktan. Çocuklar yanlarında, sırtlarında hırka, ayaklarında terlikle gelirler. İstanbul hep göç zaten. İki üç aile bir araya oturuyorlar. Eşleri iş buluyor. Hanımlar gündeliğe gidiyorlar, akşamları da boncuk işliyorlar. Bu şekilde çalışarak ev sahibi oluyorlar. Boncuk işleyerek ev sahibi olan, çocuklarını okutan, ev geçindiren kaç tane kadın biliyorum. (gözleri doluyor) Bu işler belki çok para kazandırmıyor ama en azından onları ayakta tutuyor.”
Dilara Hanım firmaların fiyatları düşük tutmasından ve ev hanımlarına daha fazla ücret ödeyememekten şikayetçi: “Firmalara sorsanız “evde oturuyorlar, işleri mi var zaten, yapsınlar” diyorlar. “İşe gidip arabaya mı biniyorlar? Bir masrafları mı oluyor” Ama göz nuru dökülüyor bu işlere. Göz gidince bir daha geri gelmiyor. Hepimiz çift gözlük kullanıyoruz. Bürolarında Adil Işık'ın işlerini yaptıklarını anlatan Pütkül, büyük firmalar arasından bu sektörü önemseyen tek
firmanın Adil Işık olduğunu belitrmeden yapamıyor. “Adil Bey bir gün bir otobüse, muhasebe müdürlerine varıncaya kadar, bütün müdürlerini doldurmuş, bize yolladı. Gidin görün bakalım, para nasıl kazanılıyor diye. Halkla ilişkileri çok kuvvetlidir Adil Bey'in.
Ünlülere iş yapıp yapmadığını soruyoruz Dilara Hanım'a, Adil Bey'in aldığı işleri yaptıklarını belirtiyor. Gelinim olur musun gibi yarışmaların kıyafetlerini ve Seda Sayan'ın programının kıyafetlerinin işlemelerini onlar hazırlamış. Hiç giyemeyecekleri kıyafetleri hazırlamanın kadınları nasıl etkilediğini soruyoruz ve çoğunun evde giyip fotoğraf çektirdiğini öğreniyoruz. Hatta bir tanesi düğünde giymiş. “N'apsınlar çalsınlar mı? Öyle bir elbiseyi hayat boyu nerede görsün.” diyor Dilara Hanım.
Ev eksenli işler bir çok şehirde yapılıyor ama fabrika ve sanayi bölgelerinin çokluğu nedeniyle, İstanbul bu açıdan tam bir cennet. Semtin civarında hangi sektör ağır basıyorsa, evlerde yapılan işler de o sektöre yakın oluyor
Boncuk işleme İstanbul'un her yanına dağılmış durumda. Balat'ta kapısının önünde gelinlik üzerine boncuk işleyenden tutun, Mevlana Kapı'da televizyon programlarında kullanılacak kıyafetleri işleyene kadar geniş bir yelpaze var boncuk piyasasında.