|
Kudüs’ün gazabı Ürdün’ü de tutar mı?

Kıble mescidine sağ kapıdan girip, birkaç adım yürüdüğünüzde solunuzdaki ilk mermer sütunda kurşun izleri görürsünüz. O izler, 20 Temmuz 1951’de Beytülmakdis’i ziyaret eden Ürdün Kralı Abdullah b. Hüseyin’i öldürenlerin tabancasından çıkan kurşunlardır. Abdullah, genelde Filistin’e, özelde Kudüs’e ihaneti nedeniyle öldürülmüştür.

Abdullah’ın ihanetinin hikâyesi, babası Hicaz Emîri Şerif Hüseyin’in Osmanlı’ya ihanetinin bir devamı olduğu için, bu köşede özetlenemeyecek kadar uzun bir hikâyedir. Bu nedenle hikâyeyi merak edenleri, Muttalip Tütüncü tercümesiyle, Küre Yayınları arasından çıkan Avı Shlaim imzalı Filistin’i Bölüşmek –Kral Abdullah Siyonistler ve Filistin’i Taksim Siyaseti 1921/1951– adlı kitaba yönlendirmek zorundayım.

Kudüs ve ihanet kelimelerinin baba ve oğlunun şahsında Ürdün devletine yapışıp kalması, onun Kudüs Vakfı vasıtasıyla Beytülmakdis’in korunması ve ilgili hizmetlerinin karşılanması hususunda verdiği siyasi ve mali desteğe nispetle ilk bakışta makul değilmiş gibi gözükse de, ihanet, Gazze üzerinden denizde kıyı edinme umutları nedeniyle, Filistin’de zaman zaman Müslümanlar lehine zuhur eden çözümleri baltaladığı çok iyi bilinen Ürdün’ün hak ettiği bir niteleme haline gelmiştir.

Politika planında bu böyle ifade edilmese de, Kıble mescidindeki kurşun izleriyle, İngilizler tarafından Harem’in batı kısmına musallat edilen baba Şerif Hüseyin’in cesedi, el-Aksa’yı ziyaret eden Müslümanların tamamının beddualarını harekete geçirmeleri bakımından önemlidir ve bu iki husus Ürdün ile İsrail arasında tırmanan yeni gerilim esasında, Ürdün’ün Kudüs’ün gazabına uğramasına yorumlanabilir ki, bu, aynı zamanda, İsrail peygamberlerinin ve bizim büyüklerimizin Kudüs’e canlı bir varlıkmış gibi hitap etmelerine yaslanarak makulleştirebileceğimiz bir yorumdur.

Bu hususa dikkat çekmemizin nedeni ise, Yeni Şafak gazetesinin dünkü nüshasında İpler Gerildi: Ürdün ve İsrail arasında Aksa Krizi başlığıyla verilen haberdir.

Bu habere göre İsrail, Ürdün Veliaht Prensi Hüseyin bin Abdullah’ın Mescid-i Aksa’ya ziyaret isteğini ‘koruma sayısının çokluğu’nu bahane ederek engellemiş, Ürdün de ilk kez BAE’yi ziyaret etmeyi planlayan İsrail Başbakanı Netanyahu’nun uçağına hava sahasını kapatmış ve bu yüzden Netanyahu ziyaretini iptal etmek zorunda kalmış.

Önce şunu sağlamca beyan edelim: ABD’nin büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması, İsrail’e her şeyden önce Kudüs’le ilgili tek başına takdirde ve tasarrufta bulunma cesareti vermiştir. İsrail, başta Ürdün olmak üzere, Müslüman ülkelerin vakıf yoluyla da olsa Beytülmakdis’e ve Filistinlilere yardım etmelerine son vererek, işgalci devlet statüsünü, Kudüs hâkimi olarak değiştirmek istemektedir.

İsrail’in bu maksadına karşılık olarak, biz hainliği ve bu yolla geçmişte İsrail’e hizmeti malum olan Ürdün’e bile sahip çıkarız.

Bunu böyle sağlamca belirledikten sonra Ürdün’ün Kudüs’ün gazabına uğrama esasındaki son veriye geçebiliriz:

Gazetemizin yazarı ve aynı zamanda Derin Tarih dergisinin Genel Yayın Yönetmeni olan kardeşim Taha Kılınç’ın, 20 Temmuz 2019 tarihinde bu köşede yayımlanan bir yazısını bu vesileyle tekrar hatırlatmalıyım.

Kılınç, o yazısında, “Suudi Arabistan-BAE-Mısır-Bahreyn dörtlüsünün Katar’a yönelik siyasetlerinde herhangi bir değişim meydana gelmediği” halde Ürdün’ün Katar’la “yakınlaşmasını” dört sebebe bağlıyor ve bana göre onlardan en önemlisi olan –ve bugünkü durumu da en iyi özetleyen– ikinci maddede şunları söylüyordu:

“Yakın döneme kadar, Ürdün, Körfez ülkeleriyle İsrail arasındaki ana iletişim kanalını oluşturuyordu. 1994’te İsrail’le barış yapan Ürdün, hem İsrail nezdinde Körfez’in adeta temsilcisi gibiydi hem de petrol zengini ülkelerin mesajlarını İsrail’e ulaştırma görevini yapıyordu. Suudi Arabistan ve BAE, özellikle son birkaç yıldır açıktan İsrail’le yakınlaşarak, anlaşmalar imzalayarak, istihbarat angajmanlarına girişerek ve ticari ilişkiler kurarak, Ürdün’ü süreçten diskalifiye ettiler. Ürdün de haliyle bu duruma son derece kızgın, ama kızgınlığının neticesini elde edebilecek kadar güçlü değil.”

Yukarıda mahiyetini naklettiğimiz haberden baktığımızda, görünen odur ki, Ürdün şimdi kendi yalnızlığında boğulmakta ve varlığının hatırlanması için İsrail’e kafa tutmaktadır. Çünkü mevcut gidişatta ya bu tavrıyla dikkatleri çekecek ya da geçmişte olduğu gibi kapalı kapılar arkasında İsrail’den devşirdiği rüşvetle sesini kesip akıbetini bekleyecektir.

O halde, Kudüs’ün gazabı Ürdün’ü tutmak üzerdir, desek yeridir.

#Filistin
#Kudüs
#Ürdün
#BAE
#Osmanlı
#İhanet
3 yıl önce
Kudüs’ün gazabı Ürdün’ü de tutar mı?
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’