Yeni Zelanda katilinin tabağındaki domuz

04:0021/06/2019, Cuma
G: 21/06/2019, Cuma
Ömer Lekesiz

Rabbimizin verdiği imkan, sabır ve gayretle, Batı’daki metropollerin çok büyük bir bölümünü gördüm.Buralarda, ilk elde, sadece katedrallerin, kiliselerin bugünkü durumlarına bakarak “dinin gündelik hayatın dışına itildiğini” söylemem mümkün. Zira, artık katedraller turistik bir mekan olarak hizmet verirken, salt kutsanma, evlilik v.b. törenler nedeniyle ziyaretçi çekebilen kiliseler de sahipsizlik ve bakımsızlık nedeniyle yavaş yavaş satışa çıkarılıyor.Yine ilk elde, özellikle gençlerin din ile

Rabbimizin verdiği imkan, sabır ve gayretle, Batı’daki metropollerin çok büyük bir bölümünü gördüm.

Buralarda, ilk elde, sadece katedrallerin, kiliselerin bugünkü durumlarına bakarak “dinin gündelik hayatın dışına itildiğini” söylemem mümkün. Zira, artık katedraller turistik bir mekan olarak hizmet verirken, salt kutsanma, evlilik v.b. törenler nedeniyle ziyaretçi çekebilen kiliseler de sahipsizlik ve bakımsızlık nedeniyle yavaş yavaş satışa çıkarılıyor.



Yine ilk elde, özellikle gençlerin din ile ilişkisinin büyük oranda kesildiğini tespit de zor değil. Zira, çarşamba gecesinden başlayan doğum günü ve evlilik kutlamaları pazar akşamına kadar sürüyor; pazar sabahları kutlamalardan, partilerden ve fiestalardan çıkanların sokak naraları kilise ayinlerinin yerini almış durumda.

İşin esasında ise, Batı’da, iki adımda bir yapılan kiliselerle, gözünüzün gördüğü hemen her yere dikilen haçlarla, heykellerle, adak noktalarıyla.. varlığı pekiştirilerek
yenilenmiş bir din var.
Bir
simgeler bütünü olarak bu din
inananların zorunlu ayinleriyle değil, halkı birleştiren
güvenlik dürtüsüyle,
Batı’yı Müslümanlara karşı koruyan yegane unsur olarak gündelik hayatın her alanına ısrarla ve gayretle yayılıyor.

Batı’daki anayasalarda, kanunlarda, resmi evraklarda yazan humanizm, demokrasi v.b. terimler, sadece kendileri için işlevsellik arzeden, konu (özellikle de Müslümanlara karşı alınmış ve alınabilecek tedbirler tahtında) güvenlik olunca esamileri okunmayan terimlerden ibaret bulunuyor.

Diğer bir ifadeyle,
Marx
’ın “
din afyondur
” yargısını hak edecek kadar, dini asırlar boyunca bir zulüm mekanizması olarak yaşayan Batı’nın,
Aydınlanma
ile sağladığı kazanımlar göreceli olarak devam ederken, toplumsal planda
dinden başka hiçbir şeyin topyekün birleştirme gücüne sahip bulunmamasına dair gerçeklik
de şimdiki zamanın en büyük kazanımı olarak devam ediyor.
Nitekim, son yıllarda Batı’da resmi bir siyaset haline gelen İslamofobya bunu tek başına teyit ediyor. Bu yanıyla İslamofobya, Batı’nın Hristiyanlığın istismarıyla elde ettiği yeni bir
güvenlik dinini
aşikar kılarken, inanmanın ve buna bağlı ayinlerin (ibadetlerin) gerekmediği, doğrudan Müslümanları muhatap alan bir zulüm mekanizmasının yeni şeklini de ifşa ediyor.

Bizzat yaşadığım şu hadise bunun küçük bir örneğidir:

Üzerine San Miguel Alto adıyla bir kilisenin de kondurulduğu , “alto” nitelemesinden anlaşılacağı üzere Granada’ya hakim bir tepeden, Abdullah Aydemir kardeşimle beş dakikalık bir video çekmek istedik.

Özellikle, öğle saatlerinden günbatımına kadar hippilerin ve ayyaşların işgaline uğrayan tepeye, olumsuz bir duruma muhatap olmamak için sabah saatlerinde gittik.

Abdullah tripodu açtı, kamerayı kurdu ve çekime başladık. O ara orta yaşlarda iki ya da üç kişi geldi, ortamı dikizledir ve gittiler. Hepi topu beş dakikalık bir süreden bahsediyorum, işimizi bitirdiğimiz anda polis otosu yanımızda bitiverdi. Neyse ki toparlanmış ve aşağıya doğru yürümeye başlamıştık, dolayısıyla hakkımızda yapılan ihbar nedeniyle sorguyu suali gerektirecek bir durum doğmadı.

Batı’da Hristiyanlığın geçmişte bir zulüm mekanizması olarak işleyişi ve yeni durumda bir güvenlik dini olarak yapılandırılması bizim çok kolayca anlayacağımız bir şey değildir.

Zira İslam ilk vahiyden bugüne din adamı sıfatıyla kul tahakkümüne tabi olmadı. Siyasetin din, dinin ise siyaset olarak idrak edildiği süreçlerde din-iktidar çatışmasına maruz kalmadı. Alimler, arifler, yöneticiler din içinde kendilerine tanınan haklarda musir oldukları gibi, siyasete de bu hakları çerçevesinde, azalan ve artan düzeylerde birlikte yön verdiler. Dolayısıyla Batı’nın benimsediği din ile bizim tabi olduğumuz din olguları ve süreçleri itibariyle birbirlerinden çok çok farklıdır.

Yeni güvenlik dini de bu manada yine Batı’ya özgüdür. Bir farkla ki, Batı’nın gerek kılıç artıkları, gerekse beslemeleri olarak içimizde tuttuğu
Batıcılar
nedeniyle bizde de din-iktidar ilişkileri yanlış yorumlara, kimi kasıtlı anlayışlara gebe bırakılmak üzeredir.
Bu bağlamda,
Yeni Zelanda katiliyle, “7 dakika önce bu tabakta ¼ domuz vardı” diyenler eşitlenmiş durumdadır.
“Topraklarımızı istila etmeyi seçen bir Müslüman erkek ya da kadın (...) Onlar masum değil çünkü işgalciler. Bu topraklarda yaşıyorlarsa suçludurlar” diyen Yeni Zelanda katili ile “
Zulüm 1453’te başladı
” diyenler de aynıyla
eşitlenmişlerdir.

Burada asıl mesele, İslamofobya’yı siyaset tarzı olarak benimseyen Batı’daki din-iktidar ilişkilerini doğru anlamak ve Batı’nın içimizdeki beslemelerinin, kılıç artıklarının Batıcılık adına taşıdıkları kirli zihniyeti doğru okuyabilmektir.

Pazar günü yapacağımız seçim, vereceğimiz oy bunun yakin bir göstergesi olacaktır.

Yeni Zelanda katilinin kardeşleri hükmündeki domuz yiyicilerle, işgal ağıtçılarıyla birlikte olmamak
, tam aksine
adı İstanbul olan ümmetin emanetini taşıyacak olanların yanında durmak
söz konusu anlamanın ve okumanın karinesini sağlayacaktır.
Bu çerçevede, “
Kişi, sevdiği ile beraberdir
” hükmü, hem ilâhî bir emir, hem de nebevî bir ikaz olarak önümüzde durmaktadır.

Rabbimiz bizi, bu hükmü emir kabul edip izleyenlerden ve ikaz şuuru ile görenlerden kılsın.

#Karl Marx
#Abdullah Aydemir
#San Miguel Alto
#Yeni Zelanda