Adaletsiz bir biçimde haksızlık etmekle suçlanmış olan masum birini düşünelim. Başta onun arkadaşları masumiyetine inanırlar ve destek olmak için etrafında dolanırlar, bilhassa ilk zamanlarda, hikayeyi bilmedikleri ve gerçekler onun yanında olduğu zaman. Fakat delillerin med ceziri bu kişinin aleyhine döndüğünde, arkadaşları arasında kendisine en yürekten bağlı olanlar yavaş yavaş yok olur ve izleyicilerinden oluşan kalabalık seyrelmeye başlar. Çünkü onlar, maalesef, mümkün ilkesinin müritleridirler ve imkansız aksiyomundan ürküp kaçarlar. Onlar bir şeylere ancak inanılabilir, yani makul olduklarında inanırlar, bu da bir şeylere inanmanın sadece minimum bir inanç gerektirdiği durumdur….
… bir tecrübeye girmek bir riski üstlenmektir, imkansızın fırtınalı denizlerine göğüs germek, sağduyunun bize toprağa yakın durmamızı ve kıyı şeridini göz önünde bulundurmamızı isteğinde tehlikeye atılmak, ihtimallerin aleyhimize olduğunda kendimizi ortaya koymaktır. Tanrı tecrübesi olayların seyri esnasında tanrının elini “görmek”, tecrübenin seyrini Tanrının kılavuzluğunda gibi almak, seven bir el bulmak, başkalarının şans bulabildiği ilahi bir kayra, öyle ki bir şeyler olduğunda adeta bir lütuf gibi olur, tesadüf eseri değil, kendiliğinden ve bilerek isteyerek. Fakat lütuf bir şansın lütfu değil. Bir miktar tesadüfi ama kendiliğindenliği ilahi bir merhametin eseridir.”