|

İSLAMİ HAREKETLER VE SİYASAL İSLAM

Avrupa Birliği'ne giriş süreci içinde mütedeyyinlerin taleplerinin nasıl ve ne şekilde siyasete yansıtılacağı konusunda çeşitli görüşler ileri sürülüyor. Yeni dönemde dindarların taleplerine siyasal partilerin cevap vermesi isteniyor. Ali Bulaç, farklı kimliklerin kamusal hayatta özgürce ifade edilebilmesi gerektiğini belirtiyor. Mustafa Erdoğan siyasi partilerin dindar kesimlerin taleplerini de anlamaya çalışmaları gerektiğini belirtirken, Durmuş Hocaoğlu hakları kısıtlanan mütedeyyin kesimlerin radikalleşeceğini savunuyor.

.
00:00 - 17/02/2000 Perşembe
Güncelleme: 15:31 - 7/01/2014 Salı
Yeni Şafak
İSLAMİ HAREKETLER VE SİYASAL İSLAM
İSLAMİ HAREKETLER VE SİYASAL İSLAM
ABDULLAH MURADOĞLU
Dindarlara da DEMOKRASİ

Siyasal İslam tartışmalarının bir diğer vechesi ise toplumun dini ve kültürel değerlerinin siyasete ne ölçüde ve nasıl bir şekilde yansıtılabileceği üzerinde yoğunlaşıyor. Bu noktada uzun bir süredir bir itham olarak söylenegelen "dini siyasete alet etme" handikapı ile yüz yüze gelinmektedir. Her toplumda olduğu gibi Türkiye'de de dinin, dini kesimlerin siyaset üzerinde belirli bir etkisi bulunmaktadır. Toplumun bu yöndeki talepleri iktidar ve siyasal partiler tarafından gözardı edilememektedir. 1950'lere doğru CHP bile toplumun dini ihtiyaçlarına cevap verme zorunluluğu duymuş, cüz'i de olsa İmam-Hatip Okulları ve İlahiyat Fakültesi açılmıştı. Demokrat Parti iktidarı ile 1950'lerden itibaren dini talepler daha büyük ölçeklerde karşılanmaya başlandı. DP'nin ezici bir çoğunlukla iktidara gelmesi, merkezin dışına itilmiş mütedeyyin kesimlerin CHP'ye bir tepkisi olarak değerlendirildi. Türkiye'de Siyasal İslam" denildiğinde ilk akla gelen parti bugün Fazilet Partisi. Bu nedenle sözkonusu tartışmalar, FP'yi de yakından ilgilendiriyor. Fransa'nın eski Ankara Büyükelçisi ve Ortadoğu uzmanı Eric Rouleau, İslamcı akımların demokratik ortamlarda cazibelerini yitirdiklerini, demokrasi yayıldıkça gerileyeceklerini kaydederek, laik hakim sınıfların saygın olmadığı yerlerde İslamcılar'ın başarılı olmasını normal karşılıyor. Rouleau'ya göre bunun nedeni, sol partilerin ortada olmaması. Rouleau'nun Türkiye ile ilgili tespiti ise şöyle: "Türki'yede İslamcı akım farklı. Daha hoşgörülü ve çok daha esnek, modern koşullara uyumlu. Bu belki Osmanlı millet sisteminin bir sonucu. Örneğin Türkiye'de şiddet yanlısı bir İslamcı politikacıyla hiç karşılaşmadım."

Kamusal alanda çoğulculuk

Ali Bulaç, Türkiye'de siyasal partilerin çevrenin değil, merkezin reflekslerini esas alarak kurulduklarını, modern yapıları dolayısıyla yukarıdan aşağıya doğru bir örgütlenmeye sahip olduklarını ifade ederek, parti-içi demokrasinin bulunmadığını belirtiyor. Parti-içi demokrasi olmadığı için partiler aracılığıyla geniş kitleleri denetim altına almanın ve manipüle etmenin kolay olduğunu söyleyen Bulaç, bu durumun Batılı demokrasilerin de handikapı olduğunu vurguluyor. "Bugünkü demokrasiler siyasi çoğulculuğu öngörüyorlar, ama gerçek manada kültürel ve toplumsal çoğulculuğa kapalı özelliklerini koruyorlar" diyen Bulaç, "Ekonominin önemli bir bölümünü, eğitimi, sosyal hayatın tanzimini elinde tutan bir devletin belli peryotlarla el değiştirmesi çoğulculuk değildir. Asıl çoğulculuk üzerinde konsensusa varılmış genel ve bağlayıcı bir kamu hukuku çerçevesi dışına çıkmadan bütün farklı dini ve kültürel kimliklerin kendilerini özgürce kamusal hayatta da ifade ve temsil edebilme imkanlarına sahip olmasıdır" şeklinde tespitler yapıyor

Meşruiyet sorunu

Prof. Mustafa Erdoğan siyasi partilerin, başka eğilimlerden gruplar için sözkonusu olduğu gibi dindar kesimlerin taleplerini de anlamaya ve temsil etmeye çalışmaları gerektiğini, bunun bütün partiler için genel bir temsil görevi olduğunu vurguluyor. Erdoğan'a göre, bu taleplerin meşruluğunu reddederek demokrat olunamayacağı gibi, bunları yok sayarak demokrasi de tesis edilemez. Erdoğan, olağan demokratik işleyiş esnasında bu talepleri özel olarak temsil etmek ve siyasal sisteme aktarmak isteyen partilerin de ortaya çıkabileceğini, buna kimsenin bir diyeceği olamayacağını belirterek, bu meselenin laiklikle doğrudan doğruya bir ilişkisinin bulunmadığını savunuyor.

Haklı talepleri ifade etmek zorunluluktur

Yazar Cüneyt Ülsever de "Hak ve özgürlükler millete takdim edilmedikçe birileri bu muhalefeti yapacaktır, bu talepleri ifade edecektir. Ne zaman kalkar? Sosyal yaşamlarında özgür bırakıldıkları zaman" diyor. "İster FP, isterse başka bir parti olsun, bu talepleri ifade etmek durumundadır ve zorunludur. Aslında tüm siyasal partiler, bu sıkıştırılmış kesimlerin taleplerine sahip çıkmalıdır. Bu sorumluluk sadece bir partiye indirgenemez. Partiler hukukun üstünlüğünde birleşseler bu taleplere de cevap vermiş olurlar. Zaten karşılamak durumundadırlar" diyen Ülsever, "Türkiye'de bir bacağı sakat bir laiklik anlayışı var. Dinin devlete karışmaması ilkesi işletiliyor. Ama iş devletin dine karışmamasına gelince sular duruyor. Bu ilke gözardı ediliyor" şeklinde konuşuyor. Ülsever bu noktada şunları söylüyor: "Türkiye'nin sosyal dokusuna uymayan bir demokrasi millet tarafından benimsenemez. İslami değerleri gözeten, saygılı olan bir yapı kurulmadan toplum-devlet ilişkilerinin yumuşayacağını sanmıyorum. Bu aynı şekilde diğer kesimlerin kültürel hakları için de geçerlidir. Kürt olarak yaşamak isteyenlere kültürel hakları sağlanmadıkça birarada yaşamak söz konusu değildir".

Çözüm gerçek demokraside

Mehmet Şevket Eygi ise Türkiye'deki buhranın siyasi olmadığını, kökleri ve sebeplerinin çok daha derinlerde yattığını belirterek, "Krizin giderilmesi siyasetle kabil olmaz. Mesele sistem, eğitim, kültür meselesidir" diyor. "Düzenin siyasi partileri aşiret zihniyetiyle hareket eden, biri genel başkan olunca ölünceye kadar o mevkide kalan, arpalık sistemi gibi, bağlılarına menfaat temin eden yapıdadırlar. Siyasi partiler olgun ve medeni hareket etseler, Müslüman halka olanca din hürriyetini verseler bile meseleler halledilemez" diyen Eygi, "Çünkü çoğunluğu temsil eden İslami kesim, baskılar ve tarihi arızalar yüzünden köylü, kırsal kesim, gecekondu, taşra, varoş zihniyetine saplanmıştır. Yeterli sayıda vasıflı, güçlü, üstün aydınlar, uzmanlar yetiştirip kadrolar kurmadıkça, bu bataklıktan çıkamaz, verilse de hürriyetleri kullanamaz. Siyasi partilerin yapacakları ilk iş ülkeye gerçek demokrasiyi, hukukun üstünlüğü sistemini, temel ve evrensel insan hak ve hürriyetlerini getirmek, sonra halkın bu ortamda toparlanmasını(bu da güçlü ve ciddi bir eğitimle olur) sağlamaktır" şeklinde konuşuyor. Eygi'nin ilginç bir çözüm yolu da öneriyor: "Bu konuda ben İsrail örneğinden yararlanılmasını tavsiye ediyorum. Bu örnek bizdeki İslam düşmanlarına, laiklere, çağdaşlara da pek zıt ve ters gelmeyecektir. Zira İsrail'e sevgileri ve güvenleri vardır."

YARIN: Devletin dine yaklaşımı nasıl olmalı?
24 yıl önce