Usta ses sanatkârı Mustafa Doğan Dikmen'le mûsıkîmizin evvelini, âhirini, ve günümüz ahvâlini konuştuk…
Ben artık bu 'meşk' ifadelerinden çok sıkıldım. Herkes “meşk de meşk” diyor. Yok efendim, konservatuarlarda meşk yokmuş… Nasıl olsun? Karşınızda en tenhası on kişiden oluşan ve meşk bilincine sahip olmayan bir öğrenci topluluğu var… Meşk, belli bir donanıma sahip olanla yapılır… Vezin bilmezseniz Türk müziği söyleyemezsiniz. Usûl bilmezseniz de söyleyemezsiniz. Pata küte usûl vurmanın, tek başına bir mânâsı yok. O heceyi söylerken, veznin hangi kalıbına ve hangi hecesine denk geldiğinin idrâkinde olarak usûl vuracaksınız. Yoksa yaptığınız teknik olarak bir müzik olur da, Türk müziği olmaz.
Bir kere bu benim değil, bestekârın mârifeti. Çünkü mânâ prozodisi denen hadise, şarkıda tam yerine oturmuş. “Hülyâ-yı visâlin..” derkenki müzik cümlesi, bu kavuşmanın hayâlini anlatabilecek nitelikte. Eserin curcuna olması dezavantaj gibi görünse de, müzikal yapı içersinde bu hanendenin ağzında avantaja dönüşebilir.
Ben bir şarkıyı söylemeden önce, onun güftesini anlamaya çalışırım. Şarkı okumak hemen güfteyi elinize aldığınızda yapabileceğiniz bir iş değil. Güfte şairini bilmeniz lâzım. Varsa, güftenin ve bestenin ortaya çıkış hikâyelerini bilmeniz lâzım. Bunlar sizi şairin ve bestekârın hâlet-i rûhiyesine yaklaştırır.
Müzik bir meslek olmanın ötesinde bir yaşam tarzıdır. Tanburi Cemil niçin Tanburi Cemildir? Hâfız Sâmi niçin Hâfız Sâmidir? Münir Nurettin, Safiye Ayla niçin diğerlerinden farklıdır? çünkü bu sanatkârların hepsi müziği icrâ etmekle kalmamış, yaşamışlardır. Musıkî bu sanatkârlar için de elbet medâr-ı maişet sebebi olmuştur. Fakat medâr-ı maişet için müziğe ihanet etmemişlerdir.
Ben merhum Bekir Sıdkı Sezgin'in derste bir şarkıyı tarif ederken ağladığına çok şahid olmuşumdur. Derste kendi ağlardı, konserlerde de dinleyicilerini ağlatırdı. Alâeddin Yavaşça Hocam 'da, Zeki Arif Bey için, “bazen bir eser meşk ederken sayha atar ve hıçkırarak ağlardı” der…
Zor elbette. Çünkü müzik tek başına vâr olan, yaşayan bir hadise değil. Müzik insanla yaşayan bir hâdise. Sosyolojinin, ekonominin müzik üzerinde büyük etkisi var. İnsan ahlâkının büyük etkisi var. Bireysel ve toplumsal ahlâkın. Teknolojinin etkisi var. Bugün, bütün bunlarla; yaşadığımız bu şartlarla, hâl-i pür melâlimizi düşününce, müziğimizin olması gereken yerde olduğunu anlarsınız. Gelenekli Türk Müziği yani klasik müziğimiz bugün, tam da hak ettiği yerdedir. Türk müziği şimdi genel itibariyle çöplükte eşeleniyor. İnsanlar ellerindeki hazineden bî-haber, onca kıymetli mücevherâtı bırakıp, çöplükte teneke ile uğraşıyorlar. Benim için bu durum zor mu? Hayır değil. Ben dış dünya ile ilgilenmiyorum. Duymuyor muyum? Duyuyorum elbette. Arabeskin de pop müziğin de en kötüsünü duyuyorum. Sevdiğim müzikler de sevmediğim müzikler de var.
Bilhassa iyi Arap müziği dinliyorum. Ümmü Gülsüm koleksiyonum var. Ben kötü müziklerin beni etkilemesine izin vermiyorum sadece. Kendimi korumayı biliyorum. Kendi müziğimi bildiğim yolda yapmaktan geri durmuyorum. Beni herhangi bir popüler sanatçının yaptığı kötü müzik açıkçası hiç ilgilendirmiyor. Ona karşı kalkanım var. Fakat Türk müziği camiasının rezilliğine, evet, içerliyorum. O beni üzüyor. Beni yolumdan alıkoymuyor fakat her seferinde ayağıma çelme takıyor. Her seferinde düşüyorum fakat tekrar kalkıp yoluma devam ediyorum.
Bugün o sükûneti ararsınız fakat yazık ki artık bulmanız mümkün değildir. Müzik sosyolojik, ekonomik, ahlâkî bir hadise. Tanpınar'ın yaşadığı dönemle bu dönem bir değil. Türkiye on sene önceki Türkiye bile değil. Fakat Yahya Kemalîn dediği gibi mâziye bağlı âtî olmak, çalışmak lâzım. Tarihte bunun örnekleri var mı? Var. Tanburi Cemil Bey sempozyumları düzenliyoruz, iyi, güzel. Vefalı olalım, analım elbette. Fakat bir Tanburi Cemil Bey çıkaramadığımız için üzülelim, utanalım aynı zamanda. Türk müziği camiasında bugün yaşanan en büyük problem ne biliyor musunuz? Sanatçıların sadece medâr-ı maîşet derdinde olmaları. Yani daha çok dinleyiciye ulaşmak, üç kuruş daha çok kazanmak için düştükleri ve müzik sanatını düşürdükleri durum. Kolaycılık, çalışmamak, şöhret için tavizler vermek falan.. Esasında sesleri güzel, kabiliyetleri yüksek olan birçok müzisyenin müzik ahlâkları yok. Esas sorunumuz budur. Bekir Hoca, “ ağzınızla kuş bile tutabilirsiniz , ama müzik ahlâkınız yoksa hiçbir şeysiniz” derdi. Bekir Hoca, Nişantaşı'ndaki okula, Maltepe'de kirada oturduğu evinden, dolmuşla gelir giderdi. Kâni Karaca, Münir Bey, Alâeddin Yavaşça … bu cefâkâr sanatkârların maîşet derdi yok muydu sanıyorsunuz. Hepsi de para kazanmak için çaba sarf etti. Fakat hiçbiri sanatkârlıklarından taviz vermedi; müziğinin para için aşağı görülmesine vesile olmadı. Bugünün zemininde iyi müzik yapmaya çalışmak zor kısacası, fakat imkânsız değil. Gayret gerekiyor.
Dinleyicinin, “ağzınıza sağlık” sözünden hazzetmiyorum. Bizim ihtimamla gerçekleştirdiğimiz konserimizi beğenip, sonra berbat bir icrâyı da aynı coşkuyla alkışlayan bir dinleyici ile karşı karşıya olmak pek sevinilecek bir durum değil doğrusu... Bizi dinliyorsan, kötü icrâyı dinleyemiyor olman, şayet o icrâyı beğeniyorsan da bizi dinlemeye tahammül edememen lâzım. Zira biz, Alâeddin Yavaşça, Bekir Sıdkı Sezgin, Münir Nureddin Selçuk ve Kâni Karaca'dan aldığımızı yansıtıyoruz. Bizden ancak kendi şahsiyetimiz ve kabiliyetimiz kadar bir katkı vardır, lâkin o da bu büyük ustaların koruması altındadır. Bu sebeple şükrederiz. Türk müziği dinleyicisi genel olarak seçici değil maalesef. Bu da ister istemez müziğin icrâsını, üretimini, aktarımını çoğu kez menfi etkiliyor. Bazı istisnalar var elbette onları tenzih ederim..
Hâsılı, musıkîmizde ciddiyetle, Vatan-Millet mes'elesi olarak kabul edilip ele alınması, üzerinde çalışılması gereken çok konu var.