“Deniz Canlıları”, kitabının geçmişi aslına bakarsanız çok eski. Bu kitabın geçmişi benim çocukluğumda yaklaşık 4-5 yaşlarındaki kabuk topladığım, denizin dibindeki canlıları izlediğim ve derinlerdeki objelere ulaşmaya çalıştığım günlere kadar gidiyor. Ardından 6-7 yaşlarında ailemin elime zıpkını vermesi, “Hadi avla oğlum” demesiyle devam etti. Daha sonra denize olan merakım babamın Bodrum’da bir yazlık edinmesi ve bizim için bir deniz botu alışıyla daha da tırmandı. Artık her yıl en az üç- dört ayımı denizde geçiriyordum. Sürekli deniz canlılarını görme şansı yakalıyordum. Üniversiteye başladığımda ODTÜ’ye yalnızca sualtı topluluğuna katılmak amacıyla girdim. Yapmam gereken mesleğin denizle ilgili olduğunu hep biliyordum. O yüzden benim denize olan ilgim ve deniz canlıları üzerinde çalışmaya başlamam neredeyse 80’li yılların ortalarına kadar gidiyor. Ancak amatör, yarı profesyonel ve profesyonel olarak dalışla tanışmam 1996 senesinde eğitim alıp ODTÜ Sualtı Topluluğu’na katılma ile başladı diyebiliriz.
İKLİM KRİZİNİN BİR PARÇASI OLMAK İSTEMEDİM
Şimdi tabi petrol mühendisliği bölümünü de kötülemek veya mühendislik fakültelerini kötülemek istemem ama bu sözlerle benim yaşam anlayışım, hayat anlayışımla yapmak istediğim meslek ile bağdaşmadığını anlatmak istedim. Petrol mühendisliği de çok değerli bir meslek ama gezegenin içerisindeki kaynaklar; madenler olsun, enerji amaçlı kömür tüketimi olsun, petrol veya benzin tüketimi ya da petrol türevleri ile yapılan çeşitli yan ürünler olsun tüm bunların gezegene ne kadar zarar verdiğini, iklim değişikliğinde global sıcaklık artışlarında, ne kadar etkili olduğunu görüyoruz. O dönemlerde ben bu bölümü seçerken açıkçası pek bunların farkında değildim. Çünkü iklim krizi/iklim değişikliğiyle alakalı bilimsel makaleler olsa da bunlar sosyal ortamlarda veya mecralarda halkın anlayacağı dilde gündemde değildi. Bölümde devam ettikçe petrol mühendisliğiyle alakalı bir şeylerin yanlış olduğunu, dünya düzeni içerisinde kaynakların ekosistemin habitatların petrol ve türevleri gibi, kömür ve türevleri gibi enerji veya çeşitli amaçlarla çıkartılmasının gezegene çok büyük etkisi olduğunu daha iyi anladım. Ben de bunun bir parçası olmak istemedim. Zaten tutkun olduğum başka bir alana yönelmek istedim. Ve yavaş yavaş denize, deniz bilimlerine ağırlık verdim..
Bilimsel olarak ilgilenmem, master yılları sırasında oldu. Dr. Alp Can’ın ve değerli Murat Bilecenoğlu’nun “Türkiye Denizlerin Dip Balıkları Atlası” kitabı çıktığında içerisindeki fotoğrafları gördüğümde büyülenmiştim. “Ben de fotoğraf çekmek ve bu bilime katkı sağlamak istiyorum” diyerek, elime aldığım ilk sualtı fotoğraf makinası ile 2005 yılında fotoğraflar çekmeye başladım. Deniz canlıları hakkında makaleler okudukça, bilimsel çalışmaları görmeye ve isimlerin latince karşılıklarını öğrenmeye başladım. Canlıların nerede bulunabileceğini zaten çok iyi biliyordum ama bilmediklerimi de bilimsel makalelerden ve çeşitli rehber kitaplardan öğrendim. Akdeniz hakkında yazılmış tüm kitapları toplayıp onları tarayarak, yerel insanlara ve bilimcilere sorarak yavaş yavaş bu bildiklerimi ilerletmeye başladım. 2012 senesine geldiğimizde İnkılap Kitabevi’nden “Türkiye Deniz Canlıları Rehberi” adlı ilk kitabım çıktı. Ancak bu yayın çeşitli aksiliklerden dolayı eksikti ve içerisinde yalnızca 420 türün yalnızca 280 tanesi yer aldı. O dönem için en büyük kaynaktı ama bugün yeni çıkardığımız kaynak, “Deniz Canlıları” kitabı o kitaptan 10 sene sonra daha fazla derlenerek daha fazla dalış yaparak, daha fazla araştırma yapılarak 700’e yakın türü içeren bir seriye dönüştü. Elbette bu türleri bilimsel olarak tanımlamak farklı oluyor. Genetik olarak incelemeyi ve birtakım örnek analizleri ile karşılaştırmalar yapmayı gerektiriyor. O yüzden bu noktada kitabın bir popüler bilim kitabı olduğunu da söylemek gerek.
EKOSİSTEMİ KORUMAMIZ GEREKİYOR
2005-2006 yıllarında elime amatör su altı kamerası geçişiyle beraber bu fotoğraf arşivi oluşmaya başladı diyebiliriz. Bir önceki kitap Türkiye Deniz Canlıları Rehberi, on sene önce yayınlandığında da aslında elimizde 420 tür vardı. 10 sene sonra bu rakama 280 tür daha ekleyerek 700’e yükselttik. Aradan geçen zaman içerisinde, Türkiye’nin çok farklı coğrafyalarında Şile kıyılarından Karadeniz açıklarına, İstanbul Boğazı’ndan Darıca’ya, İzmit’teki deniz canlısı çeşitliliği çalışmalarından Karabiga’daki ve Çanakkale’deki belgesel çekimlerine, Karadeniz’in Kilyos kıyısındaki serbest dalışlardan tutun da Ege’de, Ayvalık’taki mercan dalışlarına, İzmir’deki Karaburun’dan Kuş Adasına, Bodrum’dan Fethiye ve Muğla’ya aslında birçok bilimsel çalışma içerisinde yer aldım. Farklı bilimsel çalışmalar bünyesinde gerçekleştirmiş olduğum dalışlar da yeni türlerin bu kitabın içerisinde yer almasını sağladı. Geniş bir coğrafya var bizim denizlerimizin, bizim kıyılarımızın etrafında. Ve hepsinde farklı farklı endemik balıklar yaşıyor. Bunların hepsini ya da bir kısmını çekebilmek için az önce saydığım bölgelerde bulunmak gerekiyor. Fotoğraflarını kendi çekmiş bir insan olarak, rahatlıkla bu anlamda en geniş fotoğraf ve video arşivine sahip olduğumu söyleyebilirim.
Açıkçası ben bu kitaplara, belgesellere ve sualtı görüntülemeye çok mutlu bir insan olarak başladım. Ne yazık ki insanlara sualtı zenginliği anlatmak isteyen, kıyılarda nelerin olduğunu tanıtmak isteyen, deniz canlılarının inanılmaz öykülerini sizinle paylaşmak için yanıp tutuşan ben tam tersi bir durum içerisinde buldum kendimi. Yavaş yavaş iklim krizi, müsilaj, deniz kirliliği, plastik atık kirliliği, endüstriyel balıkçılık ile bizim kıyılara verdiğimiz zararları; nehirlerin, denizlerin ve kıyıların yok olması ile alakalı şeyleri anlatmak durumunda kaldım. Bir noktada sanki felaket tellalı gibi oldum. Bu durum benim de hiç hoşuma gitmiyor ama birilerinin bilim insanı veya popüler bilim kitabı yazarı veya da bir belgeselci olarak insanları uyarması gerekiyor. Ben de uyarlamakla görevli bir rehberim. Gidişat iyi değil. Zaten müsilaj sürecinde de Lüfer belgeselinin çekim sürecinde de bunları gördük ve anlatmaya çalıştık. Bu konuda herkesin ilgi göstermesi gerekiyor. Ekosistemleri ve habitatları korumamız gerekiyor.
“İSTİLACILAR” ULUSLARARASI FESTİVALLERDE İLGİ GÖRÜYOR
Öncelikle bu sene başında çıkan ancak henüz izleyici ile buluşmayan İstilacılar belgeseli var. 2022 çıkışlı bir belgesel; Lüfer ve Orfoz’dan sonra Akdeniz serisinin üçüncü belgeseli. 60 dakikalık belgesel; Aslan balığı, Balon balığı, Uzun dikenli deniz kestanesi gibi Akdeniz’deki istilacı canlıları, bu canlıları inceleyen dört bilim insanının dilinden aktarıyor. Belgesel şu an festival sürecinde. Ayrıca geçtiğimiz hafta içerisinde belgeselimizle ilgili çok güzel haberler aldık. Brezilya’dan ve Finlandiya’dan iki farklı festivalde Vahşi Yaşam ve Doğa Seçkisi’nden kabul aldı.
Belgesel, yıl içerisinde Türkiye’de ve dünyanın farklı yerlerindeki festivallerde de yer almaya devam edecektir. Bu size aktarabileceğim son projem. İnşallah İstilacılar da Orfoz ve Lüfer gibi seyirci ile buluşacak. Bunun dışında mercan beyazlaması ve iklim krizi ile ilgili bitirmeye çalıştığımız bir belgesel var. Üç dört sene öncesinde çektiğim bir belgesel, şimdi de onu tamamlamaya çalışıyoruz. Şimdilik çalışmalarımız bunlar, ama ben yerinde duramayan bir insanım illaki önümüzdeki dönemlerde yeni bir takım projelerle geleceğiz. Öncelikle Deniz Canlıları’nı anlatan bu kitabın ikinci ve üçüncü kitabını diğer canlı gruplarını tamamlayarak nihayetlendirmek istiyoruz.