|

Denizle yeni bir sözleşme yapmalıyız

Prof. Dr. Mustafa Sarı, Marmara Denizi’nde geçen yıl gündem olan müsilajı haftalık nöbetlerle takip etmeye devam ediyor. İklim değişikliğini esas alan, bir gram bile atığın denize atılmadığı, sürdürülebilirlik prensiplerinin önemsendiği denizle yeni bir sözleşmeye ihtiyacımız olduğunu söyleyen Sarı, “Marmara Denizi her şeye rağmen direniyor. Bu dirence saygı gösterip, denizin iyileşmesine katkı sağlamamız gerekiyor” diyor.

Latife Beyza Turgut
00:00 - 24/07/2022 Pazar
Güncelleme: 04:55 - 23/07/2022 Cumartesi
Yeni Şafak
Müsilaj
Müsilaj

Uzun yıllar Van Gölü inci kefalinin korunmasıyla ilgili çalışmalar yaparak adını duyuran ve Prof. Dr. Mustafa Sarı’nın İş Bankası Kültür Yayınları arasında çıkan “Müsilaj Ağıt Mı, Umut Mu?” adlı kitabı bizi çevre konusunda duyarlı olmaya bir kez daha davet ediyor. Su kaynaklarının yönetimi ve sosyal girişimcilik alanlarında çalışmalar yapan Sarı, son yıllarda Marmara Denizi balıkçılığının sürdürülebilirliğine odaklandı ve 2016 yılından beri bilimsel çalışmalar ve medya aracılığıyla müsilaj konusunda kamuoyunda farkındalık oluşturmaya çalışıyor. Marmara Denizi’ni kapladığında varlığından haberdar olunan müsilajın, denizle kurulan yanlış ilişkinin bir sonucu olduğunu söyleyen Sarı ile müsilajın nedenlerini, sonuçlarını ve önlem alınmazsa getireceği sorunları konuştuk.

  • Müsilaj ile biz geçtiğimiz yıl tanıştık ve kısa bir süre bu doğa olayı karşısında şok yaşayıp, temizlenme çalışmaları sonrasında kendimizi rahatlatıp hayatımıza devam ettik. Biz karşılaşmadan önce de müsilaj Marmara sularında var mıydı?
  • Müsilaj Akdeniz havzasındaki denizlerde 1729 yılından beri bilinen bir doğa olayı. Müsilaji geçen yıl ilk defa görmedik aslında. Akdeniz havzasındaki denizlerin hepsinde müsilaj zaman zaman görülür. Ancak geçen yıl gördüğümüz doğal olmayan manzaralar, Marmara Denizi’nin ışıklı bölgesinde yüzeyden 30 metreye kadar bölgeyi tamamen kaplaması doğal değil. 1990’lı yıllarda da bu doğal olmayan müsilaj bugünkü kadar olmasa da ortaya çıkmış ve Marmara Denizi için sinyal vermişti. 2006-2007 yıllarında geçtiğimiz yıla çok benzer manzaraları tekrar gördük. Marmara Denizi ikinci bir sinyal daha verdi. Yine almadık mesajı geçiştirdik, olmamış gibi davrandık. En son geçen yıl, çok uzun süre sarı köpükler halinde Marmara Denizi’nin yüzeyini kaplayınca “A müsilaj varmış” dedik. Günaydın! Bu duruma günaydından başka ne denir? Müsilaj 2020 Ekim ayından beri Marmara Denizi’nde yüzeyden itibaren 30 metre derinliklere kadar vardı. Bu durumdan balıkçılar muzdaripler ve çok büyük zarar ettiler. Bununla ilgili geçtiğimiz yıl Nisan ayına gelene kadar bir sürü açıklama yaptım. Ne yazık ki müsilaj yüzeye çıkana kadar kimse sesimizi, sözümüzü duymadı.
  • Başta Marmara olmak üzere denizlerimizde müsilaj ne durumda?
  • Geçtiğimiz yıl nisan ayında müsilajı yüzeyde görmeye başladığımız andan itibaren kendime bir görev yazdım. Her hafta düzenli dalışlarla hem ölçümler yapıyorum hem de denizin yüzeyinden başlayarak dibine kadar ekolojik durumu gözlüyorum. En son dalışımı iki gün önce yaptım. Bu dalışlarda her seferinde az ya da çok müsilajla karşılaşıyoruz. Geçen yıl yüzeyde olan müsilajın büyük bir kısmı dibe çöktü. Dipte çamur hâlinde duruyor. Işıklı bölgede “çubuk müsilaj” dediğimiz, uzunlukları 20-25 cm civarında uçuşuyor. Her dalışımızda az ya da çok bu tip müsilaj ile karşılaşıyoruz. Ama yoğunlaşmadığı için doğal seyrinde ilerlediği için şimdilik doğal hayatın akışını, balıkçı ağlarını ve turizmi etkiler boyutta değil. Müsilaj aslında bir sonuç. Nedenlerini ortadan kaldırmadığımız sürece bu sonuçlarla daima karşılaşacağız.

KRİZDEN FAYDA DEĞİL ÇÖZÜM SAĞLANMALI

Geçtiğimiz yıl, “Marmara’da tutulan balıkları yemeyin” vs. gibi söylentiler oldu. Bunlar doğru mu?

Bir denizden avlanan balığı yemeyin diyebilmek için oradan avladığınız balıklar üzerinde bir takım analizler yapacaksınız, veriler elde edeceksiniz o veriyi bilimsel kriterlerle karşılaştıracaksınız ve sonuca göre “Bu kriterlere göre bu balık yenilemez” diyeceksiniz. Şu an böyle bir veri yok. Yanlış yönlendirmelerle insanların kaygılarını besliyorlar. Müsilaj doğal bir madde, kompleks şekerlerden oluşuyor. Müsilajın kendisi zararlı-zehirli değil. Ama müsilaj yüzeye çıkarken denizin içerisinde ne kadar mikro plastik varsa onlarla ve çöplerle birlikte yüzeye çıkıyor. Müsilaj organik yapıda olduğu için mikroorganizmalar burada kümeleniyorlar. Tabii ki deniz suyuna göre içerisinde daha fazla bakteri var, virüs var. Ama kastettiğimiz yüzeye çıkmış, deniz yüzeyini bir tabaka gibi örtmüş olan müsilajın içerisinde çırpınan balığı alıp yemek değil. Balıkçının avladığı balığı yemekten bahsediyoruz. Balıkçının avladığı balığı yemekte herhangi bir sakınca olmadığını Tarım Bakanlığı yetkili bir otorite olarak açıkladı. Biz yetkili kurumların açıklamalarına bakmak zorundayız.

Aynı zamanda müsilajı fayda sağlamaya yönelik çalışmalarında kullananlar oldu. Örneğin, dermokozmetik gibi sektörlerde kullanılabileceği söylendi. Müsilajdan fayda elde etmek mümkün mü?

Ticaret, ilginç bir alan. Dünyada ticarete konu olmayan hiçbir şey söz konusu olmaz. Eğer ticari olarak “Madem müsilaj ortaya çıktı; dermokozmetikte yararlanalım, gübre yapalım yararlanalım” vs. gibi düşünceler varsa buna saygı duyarız. Üniversitelerin veya çeşitli ar-ge yapan kurum kuruluşların işi budur. Böyle ürünlerden böyle inovatif yaklaşımlarla yeni ürünler ortaya koymaktır. İşin bu tarafına saygı duymakla beraber, bu savı çok yanlış ve tehlikeli bulurum. Bizim bilim insanları olarak verdiğimiz mesajlar, toplum tarafından bazen bizim hayal etmediğimiz şekilde anlaşılma ihtimali doğar. Müsilaj ortaya çıktı, “Merak etmeyin, biz bilim insanları olarak müsilajdan da yararlanıyoruz” dersek, kamuoyu o zaman yaptığı işin sorumluluğunu, yanlışlığını kavrayamaz. Müsilaj bir sonuç. Bizim ara sıra denizle kurduğumuz yanlış ilişkinin sonucunda ortaya çıkan bir ürün. Bunun hiç ortaya çıkmaması için çalışmalıyız. Bilim dünyası olarak bizim vereceğimiz mesaj, müsilajın oluşmayacağı şartları sağlayacak uygulamaları duyurmak. İnsanlar yaptıkları ile yüzleşmeli.

DENİZ BİR ATIK ÇUKURU DEĞİL

  • Kitaptaki çağrınız: “Denizle yeni bir sözleşme yapmalıyız” Bu sözleşmede biz insanlara düşen en önemli görevler sizce neler?
  • Deniz bir atık çukuru değil, öncelikle bunu dikkate almak gerekiyor. Denizle aramızdaki sözleşmede üç ayak söz konusu. Atıklarımızı denize atmamalıyız, birinci prensibimiz bu olmalı. İkincisi, iklim değişiyor; değişen iklim şartlarını dikkate almalıyız. Üçüncüsü, deniz bizim yaşamımızın bir parçası; soluduğumuz havanın içerisindeki oksijenin en az yarısı denizden geliyor. Deniz yok olursa, denizi kirletir, ekosistemi bozarsak insan hayatı bundan etkilenir. Denizi korumak, yaşamı ve kendimizi korumak aslında. Dolayısıyla iklim değişikliğini esas alan, bir gram bile atığın denize atılmadığı, sürdürülebilirlik prensiplerinin önemsendiği yeni bir sözleşmeye ihtiyacımız var. Marmara Denizi her şeye rağmen direniyor. Bu dirence saygı gösterip, Marmara Denizinin iyileşmesine katkı sağlamamız gerekiyor. Denizi iyileştirmeliyiz hep beraber. Denizden vazgeçemeyiz çünkü yaşamımızın kaynağı orası.

Denizi korumak hepimizin görevi

Bu görevin altından başarıyla kalkamazsak, yarına çocuklarımıza nasıl bir dünya bırakacağız?

Artık “aktif vatandaşlık” dediğimiz bir anlayışın dünyaya hakim olması gerekiyor. Ne kurumlar tek başına ne de bireyler tek başlarına bu sofistike atık yüküyle baş edecek durumda değil. Eğer biz atık yükünü azaltmazsak, iklim değişikliğinin etkileri artarak ve ağırlaşarak devam edecek. Geçen yıl yaşadığımız o korkunç manzara ile karşılaşacağız. Limanlarımız, koy ve körfezlerimiz turizm anlamında değerini yitirecek. Tür çeşitliliği değişecek ve denizanasından müteşekkil bir deniz ile karşı karşıya kalacağız. Marmara Denizi Koruma Planı’nı amasız, fakatsız bir şekilde uygulamamız gerekiyor.

İnci kefali bir değere dönüştü

  • Van Gölü’nde inci kefali üretimi için büyük bir uğraş verdiniz.
    Bugün ne durumdayız?
  • Van Gölü inci kefali, dünyada sadece Van Gölü’nde yaşayan endemik bir tür. Yaşamını Van Gölü’nde sürdürüyor ancak orijinalinde bir tatlı su balığı olduğu için ilkbahar aylarında büyük sürüler hâlinde akarsulara üreme göçü yapmak zorunda. İnsanlar da bu üreme göçünü fırsat bilip, avcılığı daha çok bu üreme zamanında yoğunlaştırmışlardı. Ben orada yaşadığım 23 yıl boyunca üreme zamanındaki bu yanlış avcılığı önlemek ve profesyonel sürdürülebilir bir balıkçılık yöntemine geçilmesi için çaba sarf ettim. Şükür ki bu yaptığımız çalışmalar sonuç verdi. Bugün artık inci kefali balıkçılığı sürdürülebilirliğe çok yakın bir noktada. İnci kefali, Van Gölü çevresindeki herkes için bir değere dönüştü. Mesela bu sene Uluslararası İnci Kefali Göçü Kültür-Sanat Festivali’nin 10’uncusu yapıldı.
#Müsilaj
2 yıl önce