|

Dürüstlük en değerli sermayedir

Kur’an-ı Kerim hayatın her alanına olduğu gibi alışveriş ve ticarette de bir düzen belirlemiştir. Hz. Peygamber (s.a.s) “Rızkın onda dokuzu ticarettedir” buyurarak, Müslümanlara ticareti tavsiye etmiştir. Biz de Müslümanın nasıl bir alışveriş ve ticaret ahlakına sahip olması gerektiğini İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Saffet Köse’yle konuştuk.

00:00 - 11/06/2021 Cuma
Güncelleme: 03:17 - 11/06/2021 Cuma
Yeni Şafak
Fotoğraf: Arşiv
Fotoğraf: Arşiv
HAZIRLAYAN: ZEYNEP BETÜL ERHUN
Kur’an’daki ayetlerle ve peygamber efendimizin hadisleriyle ticaret ve alışveriş ahlakının genel hatları belirlenmiş. Kısa başlıklarla çizilen bu çerçeveyi anlatabilir misiniz?

Kur’ân-ı Kerîm’de ve Hz. Peygamber’in hadislerinde bizzat hayatın kendisi ticaret ve alış-veriş üzerinden tasvir edilir. Mesela bu husus bir hadiste, her insan sabah evinden çıkar, akşam ‘ya nefsini satmış ya da nefsine satılmış’ olarak evine döner şeklinde ifade edilir. Nefsini satan, haramları bırakıp helalleri; nefsine satılan da helaller varken haramları alan insandır. Akşam eve dönen Müslüman bunun muhasebesini yapar. Şayet nefsini cennet karşılığında Allah’a satmışsa ticaretin en kârlısını yapmış demektir. Ertesi gün aynı kararlılıkla devam eder. Şayet nefsine satılmış ise alış-verişi zarar etmiştir. O zaman Allah hakkını ihlal etmişse tövbe eder ve bir daha o eylemini tekrar etmez, kul hakkına girmişse o şahıstan helallik alır. İşte bu bilinç, günlük hayatta insanın Rabbi ve diğer varlıklarla ilişkilerinde kendisine güçlü bir sorumluluk duygusu kazandırır. Özellikle insanın zaaflarından birisini oluşturan paranın döndüğü pazarlarda ve alış-veriş merkezlerinde bu bilinç çok önemlidir.


VİCDANİ HÜKÜM DE GEREKLİ

  • Hz. Peygamber helal peşinde koşmanın farz üstüne farz olduğunu ifade eder. Kur’ân-ı Kerim’de Allah Te‘âlâ da bütün peygamberlere, bütün mü’minlere ve bütün insanlara helal-tayyibâttan kazanmalarını ve yemelerini emreder. Hz. Peygamber’in ‘müftüler fetva verse de sen yine de fetvanı vicdanından al’, ‘günah vicdanını rahatsız eden şeydir’ hadisleri de helallik için fıkhi çerçevenin yeterli olmadığını, vicdan hükmünün de gerekli olduğunu ifade eder. Vicdan, Nureddin Topçu’nun ifadesiyle: “Allah’ın kalbimizdeki sesidir.” Şayet ticari hayatta insan kaynaklı sorunlar varsa buradan vicdanın zayıfladığını anlamak gerekir. Vicdanın zayıflaması kalbin kaskatı kesilmesidir ki o da tedaviyi gerektiren ahlaki bir hastalıktır.

Alış-verişlerde ya da iş hayatında helal duyarlılığının önemli oluşu, onun ibadetlerin kabulünden aile huzuruna ve diğer insanlarla ilişkilere varıncaya kadar etkili oluşundandır. Bu konunun bir yönüdür. Diğer yönü de kazancın helal ya da haram oluşunun insan davranışlarındaki etkisidir. Bütün bunlar dikkate alındığında son tahlilde denilebilir ki terazisi düzgün olmayan bir insanın hiçbir şeyi düzgün olmaz.

DÜRÜSTLÜĞÜNÜ KAYBEDEN HER ŞEYİNİ KAYBEDER

Ticari hayatta en değerli sermaye dürüstlüktür. Helallik ölçüsü de odur. Dürüstlüğün kriteri de yapılan işte muhatabın gönül hoşnutluğu ve tam rızasıdır. Bu, o kadar önemlidir ki bir şeyini kaybeden sadece onu kaybeder, dürüstlüğünü kaybeden ise her şeyini kaybeder. Hz. Peygamber’in işini dürüst şekilde yapan, güvenilir (emîn) Müslüman tâcirlerin ahiret yurdunda peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle birlikte bulunacaklarını ifade eden hadisi bir taraftan dürüstlüğün değerini anlatırken diğer taraftan vadedilen payenin büyüklüğü onun zorluğuna işaret eder. Bu sebeple ticârî hayatta dürüstlük bir nesneyi üretirken veya alıp-satarken en değerli sermaye, dünyada itibar, ahirette kurtuluştur.

O KAZANÇLAR HAYIR GETİRMEZ

Son dönemde ekonomideki dalgalanmalardan da faydalanarak, bazı satıcılar ürünlerinin fiyatlarını fahiş seviyelere çekmeye başladı. Bununla ilgili her gün yeni bir haber yer alıyor medyada. Bu tavrın İslam Ahlakı ve Hukukundaki durumu nedir?

Soruda bahsedilen husus ahlaki bir sorundur. Oysa bir Müslüman açısından ticari faaliyetler sonunda elde edilen kazancı değerli kılan çokluğu değil bereketidir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm buna: “De ki! Çokluğu hoşuna gitse bile kirli ile az olsa da temiz bir olmaz” ayeti ile işaret eder. Bereket, bir şeyin maddi olarak az olsa bile manevi olarak yetecek güce sahip oluşu, sahibine de huzur vermesidir. Dolayısıyla Kur’ân-ı Kerîme ve Hz. Peygamberin hadislerine bir bütün olarak bakıldığında ticari hayatta yalan, yemin, hile, aldatma, hırs, tamah, karaborsacılık, tekelcilik, işin hakkını vermemek, işten kaytarma, emek istismarı, vergi, zekat, infak gibi mali görevleri ihmal, karşı tarafın ihtiyacından ya da içinde bulunduğu olumsuz şartlardan veya iyi niyetini kötüye kullanarak fırsatçılık yapmak, rakibini zora sokmak için çeşitli hilelere başvurmak, cimrilik, şükürsüzlük vb. ahlaki zaaflar kâr ve kazancın bereketini gideren temel faktörler olduğu gibi dünyada kazancın tamamının veya bir kısmının helak olması, ahirette de hüsranla sonuçlanmasıdır. İnsanların içinde bulundukları olumsuz şartları fırsata dönüştürenler şunu bilmeli ki o kazançları kendilerine hayır getirmeyecek ve huzur vermeyecektir. Çünkü onda çok kişinin âhı vardır ve o da yerde kalmaz. Bu ilahi yasadır.

İsraf ve tebzir yasaklanmıştır

Refah seviyesi ve üretimin artması ile son yıllarda alışverişte “çılgınlık” olarak tabir edebileceğimiz bir dönemdeyiz. İhtiyaç fazlası çok fazla şeye para harcıyoruz. Hatta bunun için borç altına giriyoruz. Bu duruma İslam Ahlakı açısından bakarsak neler söyleyebilirsiniz?
  • Kendisini üretim-tüketim ilişkisi üzerine konumlandıran modern ekonomik düzen, insanların mala ve yeni olana tutkusunu tahrik ederek ‘çöldeki adama ısıtıcı, kutuplardakine klima ya da buzdolabı satabilme’ stratejisi izlemektedir. Yeni pazarlama teknikleri, zaafları kullanarak sanal ihtiyaçlar üreten reklamlar, defileler, yarışmalar ve moda araçları, putlaştırılan rol modeller üzerinden dayatılan yaşam biçimleri çılgınca yapılan harcamaların zeminini oluşturmakta, lüks tüketim ve gereksiz harcamaları tetiklemektedir. Bütün bunların temelinde, sahip olunan eşyanın statüyü ölçen araca dönüşmesi ve insanın değerini belirler hale gelmesidir. Oysa İslami değerler açısından bakıldığında nesnelerde asıl olan onun işlevselliği ve kullanılabilirliğidir. Bir eşya iş gördüğü sürece yenisini almak ya israf ya da tebzîrdir. İsraf, ihtiyacı fazlasıyla gidermek, tebzîr ise ihtiyaç yokken harcamada bulunmak demektir. Her ikisi de Kur’ân ve Sünnet tarafından yasaklanmıştır. Hatta ayette savurganlık yasaklandıktan sonra böyle davrananların şeytanların kardeşleri olduğuna dair ağır ifade vardır. İsraf ve tebzîr, insanları zora sokan borç batağına sürükleyen bir sonuç doğurmaktadır. Bugün belki unuttuğumuz helal, bereket, kanaat, infak, ihsan, paylaşma gibi kavram ve değerleri yeniden hatırlamaya ihtiyacımız var.
#Kur’an-ı Kerim
#Müslüman
#Saffet Köse
3 yıl önce