
Şair Ertuğrul Rast ile son şiir kitabı Nükleer Müzik üzerine konuştuk. Rast, “Schopenhauer, müziği ayrıcalıklı bir sanat olarak tanımlamış. Claude Lévi-Strauss ‘insan bilgisinin en yüce gizemi’ diyerek müziğe selam durmuş. Müziği aramaya devam etmeliyiz” diyor.
Şair Ertuğrul Rast Nükleer Müzik adlı şiir kitabı Ebabil Yayınları arasında okurla buluştu. Rast ile son şiir kitabından yola çıkarak şirindeki müziği ve şiirini konuştuk.
Soykırımların, savaşların bitmek bilmediği dünyayı atom bombasının mucidi Oppenheimer’ın hayatını anlatan filmin başrol oyuncusu Cilian Murphy “iyi ya da kötü Oppenheimer’in dünyasında yaşıyoruz.” diyerek tanımlamıştı. Dünyada 9 ülke toplamda yaklaşık 10-15 bin civarı nükleer silahı elinde bulunduruyor. Bu nereden bakarsanız bakın büyük bir gerilim. İnsanın müziği, nükleer bir müziğe dönüştürdüğünü söyleyebiliriz bu bağlamda. Bu gerilimin içinde müziği aradım bu kitapla. Schopenhauer, müziği ayrıcalıklı bir sanat olarak tanımlamış. Nietzsche en üst sanat olarak tragedyayı görmüş ve fakat tragedyanın kalbinde müziğin bulunduğunu belirtmiş ve meşhur “müziksiz hayat bir hatadır/yanılgıdır” sözü ile bunu perçinlemiş. Claude Lévi-Strauss “insan bilgisinin en yüce gizemi” diyerek müziğe selam durmuş. Müziği aramaya devam etmeliyiz.
BU SAVAŞ BAŞKA BİR SAVAŞ
Bir AVM’de gördüğümüz birçok şey nöro pazarlamanın alanında: Mağaza isimleri, tipografiler, ışıklandırmalar, kokular, ürün yerleştirmeleri, etiketler ve elbette müzikler. Bütün bunlar insanı yönlendirme teknolojisi olarak çalışıyor. Bu şiirdeki amacım AVM’yi ve bu yönlendirme teknolojisini ifşa etmekti. Her şeyiyle görünür kılmaktı. Yani “demir kafes”in çubuklarını göstermek istedim. Bu şiirde geçen marka isimlerini İlyada’nın Gemi Katalogu bölümünde geçen ve Troya Savaşı’na katılan gemilerin isim listesine benzetiyorum. Ama tersinden, çünkü bu başka bir savaş. Gertrude Stein, şiirin temelinin isimler olduğunu söyler. Bu açıdan bakılınca da şiirdeki mağaza/marka isimleri anlamlı bir zemin buluyor.
Poetik açıdan değerlendirildiğinde kitabımda dize ya da şiir başlığı olarak geçen “Dünyanın en büyük sigara üreticilerinden Philip Morris / astım hastaları için ilaç üreten şirketi satın alsın”, “Japonya’da bir kişi işe gitmemek için kendini bıçaklasın / ve çocuk intihar oranları en yüksek seviyeye çıksın / 17’si ilkokul öğrencisi olmak üzere toplam 512 çocuk intihar etsin” ya da “Norveç’te Bir Apartman Dairesinde Ölen Adamın Cesedi Dokuz Yıl Sonra Bulundu” haberlerin şiirin mimesisten montaja genişlediğini gösteriyor. Şiir sayesinde bir haber metni, seyirlik tüketim olmaktan çıkıyor. Şiir, haberi “görme ve işitme”ye zorlayan bir düzenek oluşturuyor. Elbette acıyı “tüketime” çevirme tehlikesinden de kaçınmak zorundayız bu tarz şiirlerde, duygu sömürüsü yapmadan, söyleyiş biçimiyle sakin bir duruş sergilemeliyiz.
Picasso’nun “Raphael gibi resmetmeyi dört yılda öğrendim, bir çocuk gibi resmetmek ömrümü aldı” sözüyle işaret ettiği bakışı ve Klee’nin çocuk çizimlerinden bilinçle beslenen yaklaşımı, çocukların yaptığı resimleri biriktirip incelemesi, buradan bir yöntem geliştirmesi ve “çizgi yürüyüşe çıkan noktadır” deyişi modern sanatta çocukluğun kurucu rolünü gösteriyor. Ben de bu şiirimde benzer bir yolu izledim. Kızım üç yaşındayken kurduğu “sabunu evine koyalım”, “para nerede satılıyor?”, “çoraplar bizimle konuşmuyor” gibi çocuklar için olağan ama büyükler için şaşırtıcı cümleleri yaklaşık altı ay boyunca not ettim. Böylece çocuk dili, şiirin temeli oldu.
“Boşluk Manifesto” ve “Boşluk Manifesto 2” adlarıyla boşluk temalı iki şiir yazdım. Bir gün aslında boşluğun içinde nefes aldığımızı ve onun bize hayat verdiğini “gördüm”, keşf böyle başladı. Ardından ciddi bir “boşluk mesaisi”ne başladım. Araştırdım, inceledim, düşündüm, okudum. Octavio Paz, şiiri “boşlukla yapılan sohbet” olarak tanımlar, ben de yazdığım iki şiirle bu sohbete katılmaya çalıştım.






