İsmi etrafındaki ilgiyi, sevenleriyle nefret edenleri arasında bölüştürmüş bir yazar Orhan Pamuk. Ülkemizde romanlarına alkış tutan da çok ağır eleştirilerde bulunanlar da. Roman türündeki karşı konulmaz ustalığı ile siyasi tartışmaların içine kendini dâhil etmesi arasındaki bir sonuç bu. Hem Cevdet Bey ve Oğulları ve Beyaz Kale’ye imza atması hem de Nobel Ödül’üne bir yıldan daha az bir zaman kala bir İsviçre dergisine yaptığı açıklamada sarf ettiği Ermeni yorumu onu uç ilgilerin merkezine oturtuyor. Bu durumun memnun olmadığı tarafları da var, toplam sonuçtan memnuniyet duyacağı yanları da. Tüm dünyada 62 dile çeviri ve 13 milyon kitap satışı, yazının icadından bu yana pek az yazara nasip olmuş/olacak bir şey.
Orhan Pamuk, okuyucularını altı yıl beklettikten sonra yayınladığı son romanı Kafamda Bir Tuhaflık’ta arka sıradakilerin, oyuna sonradan katılıp oyunun sahibi olanların hikâyesini anlatıyor. Arka sırada kendisine zar zor yer bulmuş ama pek çoğu da ön sıralara kendini taşıyabilmiş bugün hala tanımlanan insanların hikâyesi. Kafamda Bir Tuhaflık, Türkiye’nin son otuz-kırk yılını arka fonda unutulmaya yüz tutmuş binlerce detayın eşliğinde bir belgesel havasında işliyor. Mekân ve özne, hepimize çok tanıdık gelen fakat aslında o kadar da tanımadığımız bir dairede inşa ediliyor. Hepimiz derken kimi kastediyoruz?
Pamuk katılır mı bilmem ancak Sessiz Ev’deki Türkiye okumasının ‘volume 2’si olarak bile ele almak mümkün Kafamda Bir Tuhaflık’ı. Sessiz Ev’de Meşrutiyet’ten 1980’e kadar üç kuşak üzerinden yaptığı okumayı burada devam ettiriyor gibi. Konuların merkezi daha yoğunluklu olarak yerel olanın gündemine ayarlanmış.
Kafamda Bir Tuhaflık, Pamuk romanlarının seyri açısından bugüne yaklaşan son çizgiyi de devam ettiriyor. Kar ve 2000’lerin başına kadar gelen Kafamda Bir Tuhaflık. Pamuk romanlarındaki bugüne yaklaşan çizgi de aslında Pamuk’un konuları açısından ayrıca konuşulması gereken bir başlık. Bugüne yaklaşması, Türkiye’nin bugününü tartışmak isteği mi yoksa zengin imkan arayışları mı bunu tespit etmek Pamuk’un serüvenini takip etmek açısından önemli.
Bana kalırsa Pamuk’un romancılığı açısından Kar ve Masumiyet Müzesi gibi önemli bir yer imleyen duraklardan biri Kafamda Bir Tuhaflık. Pamuk, kendi büyük romanındaki eksiklikleri bir bir tamamlıyor. Tematik romanları Kar ve Masumiyet Müzesi’nde politik olanı ve aşkı ele almıyor eleştirilerini geride bırakan Pamuk, Kafamda Bir Tuhaflık’ta kendi ifadesiyle ‘bu şehirde yaşayan çoğunluk’u ele alıp, onların gözünden kendi hareketleriyle oluşturdukları ‘tuhaflık’lara bakıyor. Bu insanların hikâyesini neden anlattınız sorusuna verdiği ‘ülkemi anlatmak için’ cevabını hatırda tutmak gerekir.
Pamuk, ilk kez Masumiyet Müzesi’nde yaptığı çoklu karakter konuşturmasını burada da ustalıkla yapmayı başarıyor. Anlatıcıyı kenara bırakıp, aynı olay örgüsünün farklı karakterler eliyle anlatılması değil, hikâyenin basamakları olarak konumlandırıyor. Üstelik akışı bozmadan, okuyucuyu koparmadan bunun üstesinden geliyor.
Bana sorarsanız, bir parça geç kalmış bir roman Kafamda Bir Tuhaflık. Uzun bir süredir yurt dışında yaşayan Pamuk’un sesini biraz daha kendi toplumuna bakarak kurma çabası. Bu cümleyle Pamuk’a haksızlık da etmiş olabiliriz fazla iddialı bir cümle de sarf etmiş olabiliriz. Hala cevabını aradığı sorularını biraz da Mevlut’e bakarak cevaplama isteği Pamuk’unki. Romanın daha hemen ilk sayfasında İstanbul’u ‘dünyanın başkenti’ olarak ifade eden Pamuk’un bu iddialı cümlesi, ’20 yıl önce bu cümleyi yazamazdım’ deyişiyle birlikte düşünüldüğümüzde Pamuk’un yine ve bir kez daha yeni romanında yepyeni bir yerde ve sesle konuşmaya çalıştığını söylemek mümkün olacaktır.