|

Sanatçının kültürel hafızası olmalıdır

Akademisyen ve sanatçı Fuat Kökek doğup büyüdüğü Beşiktaş’ı “Beşiktaş’ın Gizli Tarihi” kitabında anlatıyor. Kökek, değişen ve dönüşen kentin hikâyesini anlatırken şunun altını da önemle çiziyor: “Sanatçılar, yaşadıkları toplumun sanatsal, kültürel hafızasını tutmak zorundadırlar, bu başlıca sanatçılık ödevidir.”

04:00 - 27/11/2022 Pazar
Güncelleme: 05:46 - 27/11/2022 Pazar
Yeni Şafak
Fuat Kökek.
Fuat Kökek.

Belkıs İbrahimhakkıoğlu

Bu söyleşi, 2020 yılında Siyah Kitap etiketiyle yayımlanan, hem şahsi bir semt hem de İstanbul monografisi olan ve özgün diliyle insandan kente 1950 sonrası yakın tarihimize tanıklık eden Beşiktaş’ın Gizli Tarihi adlı kitap hakkında. Yazarının bir İstanbul kitabı olarak nitelendirdiği kitap, İstanbul’un eski kıyı semtlerinden olan Beşiktaş’tan yola çıkıp diğer eski meşhur semtlere de uğrayarak bir kültür ve yaşantı arkeolojisi yapıyor. Kitabın anlatıcısı, 50 senelik eğitim-öğretim hayatını takiben emekli olduğu kurumu Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Seramik-Cam Bölümü’nde seramik dersleri vermeye devam eden Fuat Kökek. Kökek, kitaptaki anlatıyı görselleştiren çizimlerin de sahibi aynı zamanda. Bir eğitimci, zanaatkâr ve dahi yaşadığı şehirle arasında sıkı ruhsal bağlar kurmuş bir İstanbullu gözüyle Kökek, kendi hatıraları üzerinden mekânın ve zamanın izini sürüyor. Haddizatında seramik eserlerinde, filmlerinde, resimlerinde sürdüğü bu izi, yazar eşi Duygu Güles Kökek ile birlikte sohbet formunda kitaplaştırmaya karar veriyorlar ve ortaya bu kitap çıkıyor. Biz de Duygu Güleş Kökek ve Fuat Kökek’le sohbet ettik.

Böyle bir monografi ve hatırat kitabının günümüz kent belleğindeki yeri nedir sizce?

FUAT KÖKEK
: Benim yaşadığım ve hâlâ yaşamakta olduğum dönem, İstanbul’un çehresinin, doğal ve mimari özelliklerinin, demografik yapısının baştan aşağı bir değil birkaç kere değiştiği bir dönem. Bu değişime bizzat tanık oldum, oluyorum ve tanık olduklarım ekseri travmatik şeyler olduğu için gerçekten bir hafızanız varsa oraya kazınmaması mümkün değil. Yerleşim tarihi MÖ 8500’lere uzanan; konumu, özel iklimi, verimli coğrafyası, zengin florası-faunası, her yönüyle hususi bir şehirde yaşadığımın daha çocukken farkındaydım ben. İstanbul’un hafızasıyla kendi hafızam arasında kopmaz bir bağ olduğunu hissetmişimdir hep. Resmî tarihin pek ilgilenmediği ama insanı, yaşantısı, sosyal alışkanlıklarıyla bir kenti o kent kılan hatıraların, yaşadığı şehri tanımak isteyenler için mutlaka kayıt altına alınması gerektiğini düşünüyorum. Bu anlamda yazdığımız kitabı, hem toplumsal hem kişisel bir bellek vesikası olarak giderek hafızasızlaşan kent ve toplum için son derece önemli buluyorum.

HATIRLAMAK NEREYE GİTTİĞİMİZİ DE GÖSTERİR

Siz Fuat Bey’in eşi olarak kitabın sunuş bölümünde bu kitabı yazma motivasyonuna dair ilgi çekici sebepler öne sürmüşsünüz. Bir hezimetten bahsediyorsunuz, nasıl bir hezimet bu?
DUYGU GÜLES KÖKEK
: Bahsettiğim aslen bir tür kültür hezimeti. Fuat’la tanışıp onun yaşamına nüfuz ettiğimde, içine doğduğumuz ama yaş ve nesil olarak anlamlandıramadığımız şeyleri anlama imkânı buldum. Fuat’la beraber İstanbul’da gerçek bir tarih, kültür ve medeniyet yolculuğuna çıktık. Ben bu uzun yolculukta 1950’den günümüze yakın tarihimizi daha yakından tanıma ve çoğu hadiseyi sebep-sonuçlarıyla değerlendirme olanağı bulmanın yanı sıra, bir yazar olarak bunların muhakkak zaptedilip paylaşılmasının lüzumunu gördüm.Umumen şehir, hususen İstanbul kültürünün giderek kaybolmasını, şehirli bireylerin maddi-manevi eğitiminde hayati unsurlar olan kimi yaşantıların iz bırakmaksızın sahneden çekilmesini, bilhassa sonuçları itibarıyla ele aldığımda yaşadığımızın büsbütün bir hezimet olduğunun kanaatine vardım.
Kitabın başında hatırlamaya, hatırladıklarımızı yazma ihtiyacına, kişisel ve toplumsal belleğe dair bir sohbet mevcut. Hatırlamayı bir bilgi biçimi veya bir çeşit sanat olarak görüyorsunuz, bu hususu biraz açar mısınız?
DUYGU GÜLES KÖKEK
: Fuat, şu an 74 yaşında ve hâlâ tüm çocukluğunu, çocukluğunun görüntülerini, Beşiktaş’ta nerede hangi dükkân, hangi konak, hangi ahşap ev, adı sanı, şekl-ü şemaili her şeyiyle hatırlayan -deyim yerindeyse- yaşlı bir fil! Hafıza bu anlamda insanın hem lütfu hem kahrı olabilir, Fuat bunu bir lütuf olarak görüp hatırlamanın hüzünlü zevkine varanlardan biri. Ben onu tanıdıktan sonra hatırlamanın, yaptırmadan, kendine yontmadan hatırlamanın metafizik bir eylem olduğuna kanaat getirdim. Kanımca hatırlamak biraz da insanın nereden gelip nereye gittiğine dair bilgisiyle ilgili. Bazılarımız güçlü hafızalarımızla övünürüz; oysa hatırlamak sözleri, fiilleri, mekânları anımsamanın ötesine geçip bu olgular arasındaki ilişkiler ağına dair bir kavrayış sağladığında değer kazanıp bir sanat hâline gelebilir. Her hatırlayan hafıza sahibi ya da hafız değildir yani. Hafız olabilmek için hatırlama sanatını layıkıyla icra etmeyi öğrenmek gerektiğini, ayrıca hatırlamanın hakkını, ancak unutuşun yakıcı ızdırabını yaşamış olanların verebileceğini düşünüyorum.

BOSTANLARIMIZ KAYBOLDU

Fuat Bey, kitapta çocukluğunuzun geçtiği Beşiktaş’ın, keza Beşiktaş’a yakın diğer semtlerin bir topoğrafyasını çıkarıyorsunuz. Bu topoğrafya içinde bostanların ve bahçelerin büyük önemi olduğunu görüyoruz. Günümüzde son kalan bostanlar da yavaş yavaş başka kentsel alanlara dönüşüyorlar. Sizce bu dönüşüm zorunlu muydu?
FUAT KÖKEK
: Rahmetli babam bahçıvandı ve çocukluğum Beşiktaş’ın en güzel bostanlarından birinde geçti. Toprakla, nebat ve hayvanatla beraber yaşamanın ne demek olduğunu ve nasıl koşullarda sürdürülebileceğini yakından biliyorum. İstanbul’da bostanların var olmaya devam edebilmesi için bambaşka bir şehircilik anlayışı gerekirdi. Cumhuriyet öncesindeki altyapısızlık ile Cumhuriyet sonrası ortaya çıkan şehircilik anlayışı ve ulaşım tercihleri, maalesef bostanların varlığını imkânsız kılmıştır. Betondan, otomobilden, petrol ve otoyoldan yana tercih yaparsanız şimdiki gibi bir kent ortaya çıkar. Fakat altyapıdan, raylı sistemden, toplu taşıma ve doğayla dost mimariden yana seçim yapılsaydı elbette öyle bir İstanbul’da bostanlara da yer olurdu. Her olgu, çevresindeki olgulara göre anlam kazanır. Yine de kitapta da belirttiğimiz gibi yitip giden bostanların en azından bir müzesi yapılabilirdi. Domates, biber sergilemekten bahsetmiyorum; öncelikle sinemacılarımız, fotoğraf sanatçılarımız İstanbul’un özel ikliminden kaynaklanan bu bostanların her birinin görsel kaydını almalı, arşivini tutmalıydılar. Dönem filmlerinde bile bu bostanların çok az görüntüsüne sahibiz. Kitapta yazdığımız, Gavur Ethem’in bostanında çekilen Zeki Müren’in Bahçevan filmi mesela, tam bostanların bozulmaya başladığı zamanda çekilmiştir ama yine de panoramik bir topoğrafya görüntüsü vermekten uzaktır. En başta sanatçılar, yaşadıkları toplumun sanatsal, kültürel hafızasını tutmak zorundadırlar, bu başlıca sanatçılık ödevidir.

İstanbul iki imparatorluğun başkentiydi

Bir yandan da çok zarif ve ince bir kültürü anlatıyorsunuz. Yaka cebinde bir dal karanfil taşıyan kuşbazlardan balıkçılara, zanaatkârlardan musikişinaslara yitip gitmiş birçok hususi yaşantıyı gözlerimiz dolarak okuyoruz.

FUAT KÖKEK:
İstanbul, o zaman da şimdi de zıtların birliğini doğrudan temaşa edebildiğimiz, tarihçi Fernand Braudel’in deyişiyle bir yığılma bölgesi, kentsel bir devdir. “Kentsel dev” tabirinin ne kadar isabetli bir tespit olduğunu günümüzde daha iyi anlıyorum. Öte yandan İstanbul kültürü diye bir kültür vardı gerçekten ve bu kültür bin yılların medeniyet havzasından süzülüp gelmiş, son derece rafine bir kültürdü. Zira İstanbul iki büyük imparatorluğun, Roma ve Osmanlı’nın başkentiydi. Modern çağda bu keyfiyetin anlamını hiçbir surette kavrayıp takdir edemediğimizi düşünüyorum. Edebilseydik şayet İstanbul’un her türlü özel kültürel kimliğine saygı duyar, onu gözümüz gibi korurduk. Dünyanın belli başlı eski büyük kentleri, kültürün taşıyıcısı olan kent dokularını korumaktadır. İstanbul’un tarihsel kardeşi Venedik mesela, azami özen ve saygıyla yerli yerinde durmaktadır. İnsanın doğup büyüdüğü bir şehirde, yaşadığı 60-70 senelik bir ömür içinde çocukluğuna ait herhangi bir mekânsal izin, bir bellek nişanesinin kalmamasını trajik buluyorum. Ayrıca, İstanbul’da doğup yetişen yeni nesillerin bizim gördüğümüz hâliyle bile İstanbul’u göremeyecek olmaları büyük bir talihsizlik.

Şehircilikte dış dayatmalar etkili olmuş

Açılan geniş yolları ve bulvarları, Amerikan otomobilleri ile ilişkilendiriyorsunuz. Bu arada, tüm bu siyasal-toplumsal olayların kendine özgü bir “yeraltı yaşantısı” yarattığını anlatıyorsunuz. Edebiyatımızda A. H. Tanpınar, A. Haşim, A. Rasim, O. Cemal Kaygılı gibi yazarların şehir monografilerinden farklı bir şehir ve semt edebiyatına tanık oluyoruz böylece. Bu kadar canlı ve “tehlikeli” yaşantıları kaleme almak da politik bir tavır olsa gerek?
FUAT KÖKEK
: Evet, Beşiktaş’ın Gizli Tarihi son derece politik bir hatırat. Bunun yanı sıra içerdiği “yeraltı” dozuyla da William Burroughs ve şürekâsıyla akrabadır diyebiliriz. Meraklısı için, viraneler içine gömülmüş bir dolu hazine şahsiyeti anmadan bu kitap tamamlanmış olmazdı kuşkusuz. Harabat ehli diyebileceğimiz bu kimseler, bir yandan da büyük toplumsal değişimlerin birer tanığıdırlar. Amerikan otomobilleri, son tahlilde Amerikan emperyalizminin bir dayatmasıdır. Tarihî doku bozulup yerine neden geniş caddeler ve bulvarlar açılma gereği duyuluyor? Bunu 19. yüzyılda Haussmann’ın Paris’te yaptığı kentsel dönüşümle karıştırmamak lazım. Bizdeki daha çok dış dayatmalarla ilgilidir. Zira aynı senelerde manda kasa, sekiz silindirli, har har benzin yakan Amerikan arabaları Türkiye’ye itelenmiş ve bütün at arabacıları bu arabalarda dolmuşçuluk, taksicilik yapmaya başlamıştır. Amerikan otomobillerinin ulaşımda kullanılması ile cadde ve bulvarların açılması arasındaki organik bağı bakan her göz görebilir.
#Şehircilik
#İstanbul
#Fuat Kökek
#Beşiktaş
1 yıl önce