TÜRKÇE MUHTEŞEM BİR OMURGAYA SAHİP
Türkçe muhteşem bir omurgaya sahip lisandır. Dünyanın hemen her tarafından kelimeler almış ve bu omurgaya hiç yabancılık çektirmeden; itmeden, itelemeden zenginlik olarak takmıştır. Neden bu zenginliğimizden, yeni nesillerimiz haberdar olmasın diye düşünerek yola çıktım. Adı biraz maksadı anlatmak bakımından uzun oldu: ”Türkçede Dünümüzü Hatırlatma Sözlüğü”.. Keşke her beş yılda veya on yılda üzerine tarih atılarak meselâ “Kelime Hazinesi 2021-2031” diye sözlüklerimiz çıkarılsa.. Benimkisi mütevazı bir adım.. Ümid ederim takdir görür…
KELİMELERİMİZE SAHİP ÇIKMIYORUZ
Biraz tarih bilgisi olanların, tarihe ilgi duyanların mutlaka dikkatini çekmiştir; Osmanlı’nın topraklarının birer birer elden çıkışına hayıflanırız, üzülürüz. Onlarca devlet, devletcik türedi o topraklar üzerinde. Devlet-i Aliyye’den sonra da rahat, huzur yüzü görmedi üzerinde yaşayan halklar. Bizim kadar onlar arasında da bu durumdan ızdırab çekenler vardır elbette. Fakat, neden şimdilerde “çakıl taşını vermeyeceğimiz” topraklarımız için titizlenirken, kelimelerimizin kaybolmasına, hattâ kasten unutturulmasına göz yumalım ki..
Onlar bizim geçmişimiz ve geleceğimizin yolundaki karanlıkları aydınlatacak işaret taşları.. Bu düşünceyle, belki de haddimi aşarak, bu çalışmayı hazırladım.
Eski şairlerimiz “dil” kelimesini, hem lisan, hem de kalp anlamına kullanırlardı. Dil ve kalbin bütünleşmesi ne kadar manidar.. Dil’de bir sözcüğün ölümü demek, dünyamızın daha bir kısırlaşması, kemikleşmesi, yoksullaşması demektir.” diyen İlhan Berk çok haklı. Hatta kalbin de teklemesi demek. Yazık ki, bir dönem böyle bir depremi yaşadık. Yıkımı kadar beklenmedik yararları da oldu bu felâketin; tıpkı orman yangınlarından sonra tabiatın daha bir yeşermesine benzer. Karşılıklı suçlamalar arasında “kelime uyduruyorlar”, “bu uydurukça” ithamlarına katılan gençlerden biriydim. “Sel geldi, sala bindi gitti..” gibisinden iğnelemeler arasında, “sel, sal” takılarıyla yapılan sözcüklere hücumlar, hamdolsun, bugün kalmadı. Demem o ki, kelimenin “uydurukçası, yabancısı” olmaz; hele Türkçe’nin muhteşem dil yapısı omurgası nereden gelirse gelsin, halk benimserse onu bir gerdanlık, küpe gibi severek kabulleniyor. Osmanlıca dediğimiz de bu değil mi zaten.. Müslüman halkımız “Sevgili Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri” ibaresiyle kalbindeki, beynindeki derin saygıyı ifade ederken, peşpeşe Türkçe, Farsça, Rumca, Arapça kaynaklı kelimeleri ne kadar kolay kullanıyor, farkındasınızdır. “Marmara”dan, “Marmaris”den Rumca diye gocunmuyor. “Avanak, işmar, madik atmak, madımak, mor, moruk, pancar, tırtıl” Ermenice kökenli diye dışlamıyoruz.. Farsça sandığımız “Namaz” bile Zerdüşt kökenli. “Kötek, lavuk, tırsmak, halay, kirve, peşmerge, şıh” gibi nice sözcüğümüz ise Kürtçe.. “Nankör” derken Kürtçe ve Türkçe’yi birleştirip, bütünlüğümüze dair çok güzel bir uyarı yapmışız: Nankörlük etmeyelim! Bu benim candan dileğimdir.