|

Yayıncıya yazardan mektup var

Yaşar Nabi Nayır ve Erdal Öz hem yayıncı hem dergi yöneticisi olarak uzun yıllar Türk edebiyatının önde gelen isimleriyle mektuplaştılar. 32 yazar ve şairinin yayıncısına gönderdiği mektuplar iki farklı kitap olarak okurla buluştu. Bu mektuplar 1930’lardan 1980’li yılların sonuna uzanıyor. Edebiyat dünyasında yazar yayıncı ilişkilerini tüm açıklığıyla ortaya koyan bu mektuplar ortak sıkıntıları da gün yüzüne çıkarıyor.

Ayşe Olgun
00:04 - 15/04/2019 Pazartesi
Güncelleme: 17:14 - 13/04/2019 Cumartesi
Yeni Şafak
Erdal Öz - Yaşar Nabi
Erdal Öz - Yaşar Nabi

Eserleriyle tanıyıp sevdiğimiz Türk edebiyatının önemli şair ve yazarlarının yayıncılarına yazdığı mektuplar bizi bir anlamda kurgudan uzak, daha gerçek bir yazar kimliğiyle buluşturuyor. Aynı zamanda bu mektuplar 1930’lu yıllardan 1980’li yılların sonuna doğru uzanıyor. Türk edebiyatının ve yayıncılığın neredeyse yetmiş yıllık serüvenini gözler önüne seriyor.

Mektupların 1930 ile 1950’li yılları arasında yazılanları Varlık dergisinin ve Varlık Yayınları’nın sahibi Yaşar Nabi Nayır’a hitaben kaleme alınmış. Yaşar Nabi sağlığında bu mektupları 1972 yılında okurla buluşturmuş. Kitap geçtiğimiz Ekim ayında Varlık Yayınları arasında yeniden basıldı. Kitabın ilk baskısı için Yaşar Nabi’nin yazdığı güzel bir önsöz var. Ayrıca yazarların mektuplarının önünde Nayır’ın kaleminden kısa ve samimi tanıtım yazıları yer alıyor. Birbirilerinin yazıları hakkında yorumlar yapan, eserlerinin basılması için rica üstüne ricada bulunan, telifini isteyen, birbirlerini tenkit eden, zaman zaman Yaşar Nabi’yi azarlayan son derece samimi bu mektupları kaleme alan isimler şöyle: Abdülhak Hamit Tarhan, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Reşat Nuri Güntekin, Nahit Sıtkı Örik, Nurullah Ataç, Ahmet Kutsi Tecer, Bekir Sıtkı Kunt, Sabahattin Ali, Sait Faik Abasıyanık, İlhan Tarus, Sabri Esat Sivayuşgil, Ziya Osman Saba, Cahit Sıtkı Tarancı ve Orhan Kemal.

ÖZ VE ATILGAN’A TERCÜMAN ÖDÜLÜ

Diğer kitap ise geçtiğimiz şubat ayında okurla buluşan Sevgili Erdal: Erdal Öz’e Mektuplar (1. cilt) adını taşıyor. Can Yayınları’dan çıkan kitap 1980’lerin ortalarına kadar uzanan yaklaşık 40 yılı kapsıyor. Erdal Öz’ün ilk eserlerini yayımladığı yıllardan dergicilik ve yayıncılık yaptığı yıllara uzanan kitapta yazarın zaman zaman tuttuğu notlara da rastlıyoruz. Bu notlarda okura bilgi veren Öz’ün Yusuf Atılgan’la ilgili bölümünden şu bilgileri paylaşmak isterim: Atılgan, Tercüman gazetesinin düzenlediği öykü yarışmasına Aylak Adam öyküsüyle ama müstearla katılıyor ve birinci seçiliyor. Erdal Öz ise ikinci oluyor. Ancak Atılgan’ın müstearla katıldığı ortaya çıkınca birinciliği iptal edilerek ödül Öz’e veriliyor. Fakat Öz dereceye giren bu öyküsünü jüride yer alan isimlerin ortak beğenilerini gözönüne alarak bir gecede yazıp yarışmanın son gününde gazeteye gidip teslim ettiğini itiraf ediyor. Bu öyküsünü jüriye etkilemek için yazdığı için daha sonraki yıllarda kitabına bile almıyor. Bu arada Manisa’nın bir köyünde yaşayan Aylak Adam’ın yazarı Yusuf Atılgan’ı herkes gibi çok merak ettiği için ona bir mektup yazıyor ve uzun süre mektuplaşıyorlar.

Bu iki kitabın kesiştiği yer işte Erdal Öz’ün ilk öyküleri. 1959 yılında Varlık Yayınları’nın başındaki Yaşar Nabi Nayır’a öykülerini gönderen Öz’e Nayır, kitap satışlarının son zamanlarda durgunluğa girdiğini bahane ederek geri çeviriyor. Nayır, mektubunu şu cümlelerle bitiriyor: “Şimdilik size yazıyı iade ediyorum. İnşallah ilerde bir kombinezon bulup yayımlarız. Size güvenim var. Sizden de bir kitap olsun basmayı isterim çünkü. Şimdilik selam ve sevgilerimi sunarım.”

Bir yıl sonra öykü kitabını arkadaşlarıyla birlikte kurduğu a dergisinin yayınları arasında bastıran Öz, Yorgunlar adını taşıyan bu kitabının kapağını ise kendisi çiziyor. Odalarda adlı ilk romanı ise 1960 yılında Varlık Yayınları tarafından basılıyor.

Erdal Öz ve Yaşar Nabi Nayır daha sonraki yıllarda iki yayıncı olarak piyasadaki çalışmalarını sürdürüyor. Yaşar Nabi Nayır ile Erdal Öz aslında iki farklı kuşağın hem yazarı hem yayıncısı. Bu yüzden iki kitap aslında iki farklı yazar kuşağını okurla buluşturarak bir bütün oluşturuyor.


HATASIZ BASKI VE TELİF MESELESİ

Her iki kitaptan yola çıkarak yazar ve şairlerin mektuplarında ortak olarak öne çıkan hususları ise şöyle sıralayabiliriz: Hatasız dizgi ve baskı yazar ve şairlerin en çok üzerinde durdukları husus. Edebiyat dünyasının önemli yazar ve şairleri çoğunlukla geçim sıkıntısı çekiyor. Vakitlerini yazmak dışında işlerle geçirmek de mutsuzluk sebebi.

Batılı yazarların eserlerinden yapılan çeviriler oldukça önemli ancak bu eserleri çeviri olarak okurla buluşturuyor. Yazar ve şairlerin çoğu çeviri yapıyor ve Batılı yazar ve şairlerin eserlerine öykünme oldukça fazla. Eskiyi takip eden onlara benzemeye çalışanlar ise eleştiriliyor. Döneminin en popüler yazarı Sait Faik Abasıyanık. Yazdığı hikâyeler büyük ilgi görse de Abasıyanık öyle bütün gününü yazmakla geçiren biri değil. Yayınlanan eserlere hem dergilerden hem yayınevlerinden hem de günlük gazetelerden telif ödeniyor. Ancak bir şartla: Dönemin ilgi gören yazarı olman ve ünlü olman gerekiyor.

Yazar ve şairleri üretimden alıkoyan en büyük dert ise aşk. Mesela Yaşar Kemal bir mektubunda yedi yıl bir aşk yüzünden eser veremediğini anlatıyor Erdal Öz’e. Yaşar Nabi Nayır’a mektup yazan Cahit Sıtkı Tarancı yaşadığı aşk yüzünden şiir yazamamaktan şikâyet ediyor ve bu süreç üç yıl boyunca devam ediyor.

Mektuplarda dikkat çeken bir başka husus edebiyat dünyası içinde oluşan ‘klik’ler. Bu da en çok eleştiri geleneğini olumsuz etkiliyor. Hiç yoktan göğe çıkarılan ürünler ya da yerin dibine sokulan eleştiriler bu edebi ‘klik’ler tarafından oluyor. Bunun farkında oldukları halde yazarları en üzen şey yine de kendi eserleri hakkında yayımlanan eleştiri yazıları.

Yazılara yapılan müdahaleler gayet normal görülürken rica edilen tek hususun yazı ya da şiiri kırparken bölüm çıkarmanın dışında metne ilavelerin yapılmaması. Yazılarının gönderilip yayımlanmaması da onlar için izzetinefis meselesi. Bir de arkadaşlarının yazılarını gönderirken bu yazıların yayımlanmasını kendi çevrelerindeki saygınlıkları için çok önemsiyorlar. Mektuplarda kullanılan dil meselesi de var. Mesela Cahit Sıtkı bir mektubunda şöyle diyor Yaşar Nabi’ye: “Gerek Varlık ve gerekse diğer gazetelerde yazdığınız öz Türkçe yazıları zevkle okuyorum. Fakat ne yalan söyleyeyim bu kelimelerle şimdilik şiir yazılacağını pek de ummuyorum.” Ayrıca şair, isminin Cahid Sıtkı olarak değil Cahid Sıdkı olarak yazılmasının altını da önemle çiziyor.


GERİ ÇEVRİLEN KİTAPLAR

Yazar ve şairlerin dönemin edebiyat ortamıyla ilgili eleştirilerini, birbirlerine karşı sevgi, dostluk ve hoşnutsuzluklarına iki kitaptaki mektuplarda da görüyoruz. Sevgili Erdal: Erdal Öz’e Mektuplar’da Bilge Karasu, Salah Birsel, Onat Kutlar, Gülten Akın, Aziz Nesin, Yaşar Nabi Nayır, Yaşar Kemal, Metin Demirtaş, İlhan Berk, Konur Ertop, Behcet Necatigil, Talip Apaydın, Ali Püsküllüoğlu, Edip Cansever, Cahit Külebi, Ülkü Tamer, Cevdet Kudret ve Yusuf Atılgan’ın yazdığı mektuplar var. Hikâye olarak başlanan ama sonra romana çevrilen kitaplar, beğenilmeyip sonraki baskılarında yeniden yazılan romanlar, yer sorunu nedeniyle kısaltılan şiirler, yanlış basılan metinler üzerine yazılmış sitem dolu satırlar yayıncılık dünyamızla ilgili okura satır aralarından bilgi veriyor.

Yaşar Nabi, kendisine gelen mektupların sahipleri için kısa izlenim notları düşmüş. Şu bilgileri paylaşmak mümkün: Abdülhak Şinasi Hisar ile Yaşar N. Nayır’ın dostlukları Yedi Meşale’den başlayıp vefatına dek sürmüş. Mektuplardan anladığımıza göre Hisar, İstanbul’daki yazar ve şairlerden Nayır’ın isteği üzerine yazı alıp gönderiyor. Nurullah Ataç’ın kekeme olduğunu, kendini çirkin bulduğunu, bu yüzden de biraz ‘sorunlu’ olduğunu öğreniyoruz. Ataç ise Orhan Veli’nin kendisine gönderdiği bir defteri isteyen Nayır’a şu itirafta bulunuyor: “Bu defteri kitapların arasına koymuştum, görmek istemiyordum. Biliyorsunuz Orhan Veli’nin kendisini severdim ama şiirlerini pek sevmezdim, nefretimi ölümü bile büsbütün gideremedi. (…) Defteri kitaplar arasından bizim bir Ayşe kız vardır, o çıkarmış. Göreceksiniz boş sayfalara türlü türlü yazılar yazmış, resimler çizmiş.”

REŞAT NURİ’DEN JEST

Hamdullah Suphi Tanrıöver, Yaşar Nabi Nayır’a Balkanlar ve Türkler üzerine yazdığı kitaptan dolayı şükranlarını sunuyor ve bu alanda eser vermenin önemine değiniyor mektubunda. Yazarlar ve yayıncılar için günlük gazetelerin kültür sanat sayfalarını hazırlamak çok önemli. Bu sayfalara genellikle dışarıdan yazılar alınıyor, anketler düzenleniyor. Reşat Nuri Güntekin yazdığı mektupta Yeni İstanbul gazetesinin kültür sanat sayfasını yönetmesi için Yaşar Nabi’nin adını verdiğini ve bu sayfa için yazılar göndereceğini mektubunda belirtiyor.

Nahit Sırrı Orik’in mektuplarından anladığımız Necip Fazıl ile iyi bir dostlukları olduğu yönünde. Peyami Safa’nın yeni çıkacak romanı için ise Orik şu satırları kaleme almış: “Peyami Safa’nın bir romanı çıkmak üzereymiş. Kitabı okumadığım için iyi veya fena olduğunu bilmiyorum. Dikkatle okumak ve hakkında dikkatle bir şey yazmak istiyorum. Tabi bir çıkar olmadığı için kendisini göklere çıkarmak mevzubahis değil ve fenaysa müthiş abanacağım da muhakkak.”

Bir de bu mektuplardan şu havadisi alıyoruz: Yahya Kemal “Geçmiş Yaz” şiirini Ayda Bir’e satmış fakat mecmuanın geciktiğini görünce “bitmiş bir şiiri akabinde neşredilmediği taktirde ilhamının kesileceği” iddiasıyla aynı şiiri Cumhuriyet gazetesinde neşretmiş. Bunun üzerine Yusuf Ziya ve Orhan Seyfi de küplere binmiş.

Daha önce okurla buluşmuş kitaplarını tekrar bastırmak yazar ve şairlerin en büyük sıkıntısı. Bu isimlerden biri de Bilge Karasu. Bilge Karasu, Erdal Öz’e daha önce basılmış kitaplarıyla ilgili şu bilgileri veriyor: “Troya ile başlamak iyi olur. O zamana dek romanın (Gece’nin) durumu belli olmuş olacaktır. Troya bildiğin gibi 1963’te basılmış, pek iyi dağıtılmamış, yıllarca depolarda kaldıktan sonra gene piyasaya çıkmıştı. Şimdi en az beş altı yıldır eskicilerde bile bulunamıyormuş işittiğime göre. (…) Uzun Sürmüş de 1972’den beri (gitgide bulunmaz olacak) “karaborsada”ymış. Göçmüş Kediler geçen yıldan beri hemen hemen bulunmuyormuş.”

KİTABIMIN İSMİ DEĞİŞMİŞ

Erdal Öz’e yeni kitap yetiştiremediği için de yazdığı son kitabının bir bölümünü Side Kitabı başlığıyla yayımlanabileceğini söylüyor. Bu arada kitaplar basıldığında bir kitabının isminin sırf ‘kitabın sırtına sığmıyor’ diye değiştirilmesine, telif ücretinin ve baskı sayısının konuşmalarına rağmen sonradan düşürülmesine bozulan Bilge Karasu Göçmüş Kediler Bahçesi’ni ‘başka bir teklif aldığı’ gerekçesiyle son anda göndermekten vazgeçtiğini söylüyor. Cahit Külebi de şiir kitaplarının piyasada arayan okurlarının bulamadığını, ölmeden yeni baskılarını görmek istediğini anlatan bir mektup yazıyor Öz’e. Mektup ajitelerle dolu. Salah Birsel de mektubunda Bostancı’da tekkesi olmayan bir derviş gibi yaşadığını ve ilişkilerini yazarak sürdürdüğünü söylüyor Öz’e.

OĞLUM İDAMLA YARGILANIYOR

Gülten Akın’ın 1976-1982 yılları arasını kapsayan mektuplarında 12 Eylül darbesinin ardından idamla yargılanan oğlu için duyduğu büyük üzüntüye şahit oluyoruz. İki çocuğuyla ilgili şu satırları kaleme almış mesela: “21 Eylül’de Can evlendi. 26 Eylül’de Murat’ın kararı verilecek. 146’dan idam istendiğini biliyor musun? Neyse.”

Aynı zamanda hazırladığı Seyran Destanı kitabının heyecanı var. Abidin Dino kitap için resimler çizmeyi kabul edince bunun heyecanını Öz ile paylaşan Akın, resimlerin boyutlarını küçültmek ve şiirini kısaltmak zorunda kalınca ise derin üzüntü yaşıyor. Bu arada Gülten Akın, ismine Cumhuriyet gazetesinde uygulanan sansürden bahsediyor. Cumhuriyet gazetesi mektupların çoğunda geçiyor. Gazetede verilen kitap ilanları, imza günleri duyurusu çok önemli ama isimlere uygulanan sansürler de canlarını fena sıkıyor.

Edip Cansever’in mektupları uzun uzun yazılmış ama hep sıkıntılarla dolu. Zaten mektuplarında şiirinin de bu sıkıntılardan ve yalnızlıktan beslendiğini vurguluyor. Bütün mektuplarında sarhoş mutsuzluğu var, zaten kendisi de durumun farkında: “Beni bu içki öldürecek. Artık her gün içiyorum. Dayanma gücüm olsa, hadi neyse… kapkara pis bir yaşamayı sürdürüyorum. Öyle ki kendimden iğreniyorum”. İlhan Berk, Edip Cansever dost olarak çok aranan, sevilen isimler değil mektuplara bakılırsa.

Yaşar Kemal, Türkiye’deki edebiyat tenkit yazılarını eleştiriyor ve sözü Fethi Naci’ye getiriyor. Beş para etmez romanların göğe çıkarıldığı ancak iyi kitapların görmezden gelindiğini söylerken olayın siyasi boyutunu da tartışmaya açıyor. Kendisi hakkında yazılan bir eleştiri yazısında Bulgaristan’daki siyasi konuşmasını Nobel Ödülü almak için yaptığı yönündeki iddiaya ise büyük tepki gösteriyor. Eleştiriler için genel yorumu ise şöyle: “Biliyor musun kötülüklerinden değil biz de sanattan anlayan eleştirmen yok. Ardında bir birikimi olan bir kişi yok. Eleştirmen olmak için ne yapmışlar bunlar, ne getirmişler düşüncemize bunlar bir edebiyatın sömürücüsü ve ayıplarıdır.” Yusuf Atılgan’ın Erdal Öz’ün ilk romanı üzerine yaptığı eleştiriyle bitirelim: “Dostum roman yazan kişinin önce ivecenlikten kurtulması gerek diye düşünüyorum. İçimizden bizi dürtüp duran çabuk ol geç kaldın diyen şeytanı yenmesini öğrenmeliyiz. Bir romancıya en gerekli araç sabırdır bence.”

#Yaşar Nabi
#Erdal Öz
5 yıl önce