|
Londralı Nur Serter"in ananas ile imtihanı

Gazetecilerin sansürlenmesine "Allah razı olsun" diyen, Uganda"daki rafineriyi satacakları şirketin "büyük patron" tarafından bilinmesini istemeyen, kendi hareketine bağlı bankayı kurtarmak için iş adamlarından üç yüz milyonluk mevduat istenmesini emreden ama aslında sadece "burnunda ahiret tüten", gözü yaşlı bir Hocaefendi.

Bu zamana kadar böyle talimatlar yağdıran bir cemaat liderini ne duyduk ne de gördük. Fethullah Gülen bey, cemaat liderliğinden siyasal özneliğe, oradan da hızlı bir dikey geçişle uluslararası bir şirketin CEO"su olmaya doğru emin adımlarla ilerliyor.

Cemaat üyeleri "biz hocamızın sesini duyduğumuzda kaydın içeriğini önemsemez, onun sesini ne kadar özlemiş olduğumuzu hissederiz, o kadar" romantizminde takılmaya devam etsinler. Ben, ses kayıtlarından sonra ananası fazla kaçırmamış, ortalama bir vatandaşın ittifaklar ile ilgili algısını konuşmayı yeğlerim.

Zira GYV Başkanı Mustafa Yeşil"in plastik bir ruhsuzlukla "Esas konumuz; yolsuzluk. Bunun dışındaki bütün konular hedef saptırmadır" sözlerinden çok çok önce Tuncay Opçin, aslında olayın yolsuzluk değil bir algı meselesi olduğunu itiraf etmişti.

Madem öyle… O zaman oluşan algıyı bir örneklik üzerinden anlatalım.

***

Bir süredir eşim ile beraber eğitim için Londra"dayız.

Tarihten kopmayan caddeleri, yaşanmışlık hissini sonuna kadar veren sokakları, gelenekten kopmayan siyasetçisi ve bizleri şaşırtan onlarca detayıyla, bu şehirden her gün yeni bir şeyler öğrenmeye devam ediyoruz.

İngiltere"ye ayak bastığımız günlerde Türkiye"de Alevi kalkışması yaratılmaya çalışılıyordu. Gezi Parkı"nın üzerinden de kısa bir zaman geçmişti. Kaba fırçalarla çizilmiş bir darbe girişiminin ardından, Ortadoğu insanın "samimiyetsiz nezaket" diye hemencecik bir kenara attığı British usulü centilmenlik açıkçası o günlerde bize ilaç gibi gelmişti.

Sonrasında anladık ki, o "soğuk incelik" sadece bizleri değil bütün toplumu rahatlatıyormuş. 12 milyonluk şehrin içinde yaklaşık üç yüz dil konuşulduğunu göz önüne alırsak; birlikte yaşamanın en mühim koşulu "istemesen de iyi davranmak zorundasın" refleksiymiş.

İngilizler bunu yapmak zorundalar. Herhangi bir etnik ya da dini grubun, bir diğerine üstünlük iddiasında bulunmasını ve bunu fiilen göstermesini kabul etmek, onlar için bütün sistemin kitlenmesi ve işlevsiz hâle gelmesi demek.

Hâl böyle olunca; bir zaman sonra aynı kaldırımın üzerinde Die Hard filmlerinden fırlamış dövmeli ve uzun saçlı bir polisin, o polisin hemen yanında poz veren bir Sikh"in ve arkalarında yürüyen 4-5 çocuklu bir Yahudi ailesinin olduğu manzaralara kısa bir süre sonra alışmak durumunda kalıyorsunuz.

Böylece dünyaya dair bütün algınız değişiyor. Türkiye"de tam da hayal ettiğiniz ve olmasını istediğiniz sosyolojinin pratiğini burada yaşıyorsunuz. O pratiği tecrübe ederken aslında farkında olmadan damarlarınızdaki asil kanda hiç de azımsanmayacak miktarda Kemalizm zehrinin dolaştığını fark ediyorsunuz. Sarsılıyorsunuz. Ve bir zaman sonra çeşitliliğin aktığı hayattan keyif almaya başlıyorsunuz.

Anlayacağınız, Londra"da biz dâhil olmak üzere kimse kimseyle uğraşmıyor.

Eşim başörtülü. Westminster"daki Parlamento binasına girişi yasak değil. Hiçbir zaman da yasak olmamış zaten. Dahası kendi öz vatanımızın tersine, aylardır en ufak bir rahatsız edici bakışa maruz kalmıyor, ayrımcılığa dair en ufak bir söz işitmiyoruz.

Dindar oluşumuzdan dolayı hor görülme ihtimalimiz, Zekeriya Öz"ün kendi cebinden Dubai tatili yapması ihtimali kadar düşük.

Ancak…

Geçenlerde yaşadığımız bir olay, aylardan beri tecrübe ettiğimiz bu pembe havayı bir anda değiştiriverdi. Hikâyenin başrolünde tabii ki endişeli seküler, Kemalist bir hanımefendi var.

***

Bir akşam eşimle beraber katıldığımız bir konferanstan çıkmış ve Holborn"daki metro istasyonuna doğru yürümüştük.

Yanımızda konferansta tanıştığımız Malezyalı bir arkadaş vardı. Türkiye"yi merak ediyor, sürekli gündem ile ilgili sorular soruyordu. Yeni tanıştığımız bu meraklı akademisyeni kıramadık ve istasyonun yakınlarındaki bir kafedeki uzunca muhabbet ettik.

Geç saatte artık son treni kaçırmadan kendisiyle vedalaştık ve gişelere doğru yöneldik. Durduk, tam biletlerimizi çıkarıyorduk ki…

Üç saniye geçmeden arkamızdan gelen Nur Serter tonlamalı bir sesle irkildik, "kenara çekilin de, geçelim bir zahmet!".

12 gişenin bomboş olduğu kocaman istasyonda, Kemalist abla bula bula bizi bulmuş, eşimin örtünme şeklinden bizim Türk olduğumuzu anlamış ve "fırsat bu fırsat!" deyip yine yapacağını yapmıştı.

"Çekilin de geçelim!"

Yıllardır devam eden hâllerinin özetiydi bu laf. Bir türlü çekilememiştik ve onlar da bir türlü geçememişti. Dahası bütün beraber yaşama kültürüne dair yapılan onca paylaşıma rağmen, onların geçmesi ancak bizim çekilmemize bağlıydı. Beraber geçmemiz mümkün değildi.

Oturduk. Güldük. Ve olayı unuttuk.

Aradan kısa bir zaman geçti. Ve dün garip bir şey oldu.

Dün "trend topics" listelerinden gerilmişken, ilk defa Londra"da neler konuşulduğunu merak ettim ve ona göre bir arama yaptım.

Ve Avrupa Birliği reformlarıyla ilgili bir hashtagin altında, Türkiye"yi "yüksek İngiliz demokrasisine" şikâyet eden bir twit gördüm. Gönderen kadın bir Türk"tü. Profiline tıkladım. İsminin önüne koyduğu T.C. ibaresine ve tabii ki bol "ATA"lı bio"suna ezber gözlerle baktım ve bir anda şok oldum.

Fotoğraftaki kadın bize daha geçende metroda "çekilin" emri veren, platin sarı saçlı Mustafa Kemal"in askeriydi! Gözlerime inanamadım. Tekrar baktım. Eşimi çağırdım. Beraber baktık. Evet ta kendisiydi!

Tabii hemen attığı twitleri incelemeye koyulduk.

Ve alt alta önce İHH"ya yapılan operasyonu sevinçle karşılayan hâlini, sonra bir Zaman gazetesi yazarının linkini (soyadı Alpay ile başlıyor), ardından Mustafa Sarıgüllü hashtag çalışmalarını ve ayakkabı kutulu Bilal Erdoğan esprilerini okuduk.

Barbaros Şansal"ın "palalı meselesi kurmacaydı! Bu olay olmadan önce CHP"nin üst yönetimindekiler bana planlarını anlatmışlardı" açıklamasına, "keşke bunu burada, bu kalabalıkta anlatmasaydınız!" cevabını veren teyzenin oportünizmine denk bir ayardaydı bizim Londralı Kemalist.

Hayretler içerisinde siteyi kapatmadan önce… Bir de "hiç durmadan dinlediniz" diyen arkadaşlardan birinin profiline girdim. Rastgele.

Arada pek bir fark yoktu.

Algı demiştiniz ya.. Bilmem anlatabiliyor muyum?

***
Not:
İHH ve TÜRGEV"in yaptığı çalışmaları terör örgütü kapsamına sokma noktasındaki gayretleriniz ortada. Eğer bu iki tertemiz STK"nın çalışmalarına katılmak suç ise hemen belirteyim; ben her ikisine de üye olan çifte kavrulmuş bir örgüt üyesiyim. Bir dahaki sefere yakalama kararı çıkartacaksanız, bizim de ismimiz o dosyada olsun ki kendi samimiyetimizden şüphe eder hâle gelmeyelim. Bedduaya önem verdiğiniz kadar, duaya da önem veriyorsanız.. Size sadece şu kadarını söyleyeyim; ben bir yetimim. Ve dün ben de dâhil olmak üzere binlerce yetimin öfkesini ayağa kaldırdınız. Bu günah size hem bu dünyada hem ahirette yeter.
10 yıl önce
Londralı Nur Serter"in ananas ile imtihanı
Memleket nere Kemal abi?!...
Kara dinlilerle milletin savaşı
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından