|
Paradoks...
Bu topraklardaki siyasi evreleri, dalgaları, aktörleri değerlendirirken sık kullanılan bir tabirdir
“paradoks
”, yani
“çelişki”
...


Tarihçiler

Abdülhamit

paradoksundan söz ederler, örneğin.



Bir yandan anayasayı askıya alan, 1894-1896 arasında 50.000 kişinin hayatına mal olan Ermeni olayları sonrası Albert Vandal'ın taktığı sıfatla

(“Sultan Rouge

”)

“Kızıl Sultan

” olarak anılan, hafiye sistemiyle ve istibdatla özdeşleştirilen, ama öte yandan Osmanlı'nın, İslam'ın birliğini koruma konusunda en mahir padişah olarak kabul edilen, modernleşme, kurumlaşma, hizmet, eğitim, reform çıtasının yükselmesinin tartışılmaz mimarı olan bu sultan,

“Abdülhamit paradoksu

” tabirini fazlasıyla hak eder.



Zıt anlamları ve sonuçları olan tutum ve politikaları bir arada temsil ettiği oranda,

“paradoks”

tabirini,

Mustafa Kemal

, Özal, bugün

Erdoğan

için de rahatlıkla kullanabiliriz.



Paradoks bir vakıadır ama, tavır almayı engellemez.



Örneğin Türkiye'de ana akım sol dalgaya kadar uzanan İttihat ve Terraki geleneği için ve gayri Müslimler bakımından Abdülhamit, istibdadı, baskıyı, özgürlük fikrine karşı duruşu temsil eder. Buna karşılık muhafazakar gelenek için Abdülhamit, handır, hakandır, yücedir. Baskı, müdahale, isyan karşısında dik duruşu, devletin ve milletin birliğini, dahası devlet aklını, İslam'ı temsil ve gücü ifade eder.



Peki gerçek?



Gerçek, en az, paradoksun iki ucunun toplamını içerir.



Bu yüzden tavır almak her zaman,

“hakikate değmek”

ve

“anlamak

” anlamına gelmez.



Her tavır bir tercihtir ve her tercih başka bir tercihi, gerçeğin başka bir yönünü gölgeler.



Anlamak ise tercihler zeminini görmeye, doğru okumaya, hatta niyet varsa doğru siyaset yapmaya işaret eder.



Paradoks meselesini ve bugünle ilintisini aklıma düşüren,

“Türkiye'deki keskin muhalif tavır”

oldu.



Bu muhalif tavrın, (ki benim kök mahallemin ana, baskın ve tavizsiz tavrıdır) beslenme kaynakları bellidir: Özellikle Erdoğan'a yönelik kişisel takıntı, sınıfsal tepki, simgesel kayıplar, Kürt meselesinden cemaat meselesine yönlendirilmeye açık bilgi ve enformasyon yüzeyselliği, bir cemaat içine konuşarak paradoksun tek ucuna gönüllü hapsolma eğilimi...



Bu muhalif tavır, bugün ülkedeki her siyasi gelişmeyi Erdoğan'a indirgiyor. Muhalefet ve siyasetten, küfür ve hakareti, tümüyle dışlamayı anlıyor.



Böyle oldukça yeni siyasi hassasiyetler, güç dengelerindeki değişim, iç ve dış politikanın yeni dinamikleri, sosyoloji-politika paradoksu, hemen hepsi teğet geçiliyor. Velhasıl (kimi istisna isimler sayılmazsa) anlama, kavrama es geçiliyor.



Böyle oldukça dışarıdan konuşuluyor. Bu durumu, insanın kendisini etki ve politika sahasının dışına çekme, aşırı bir

“siyasallaşma”

üzerinden

“depolitize”

olması hali olarak tanımlamak mümkün.



Son dönemde meydana gelen üç tipik olay ve bir tipik tutum yakın örnekler...



İlk tipik olay

, Merkel

Türkiye'ye geleceği zaman yayınlanan

“Buraya seçim zamanı gelme, bunun Erdoğan'a yararı olur, gelme Türkiye'ye baskı yap, cezalandır, terbiye et”

tarzı

“diyaspora mantığı”

na dayanan ortak aydın mektubuydu.



İkincisi geçenlerde Abant'ta yapılan aydınlar toplantısıydı. Bu toplantı, kimi aydınların hükümeti eleştirme ve hükümete tavır almalarının doğallığını, doğal olmayan başka bir durumun gölgelenmesini ifade ediyordu. Bu gölgeleme, özgürlükler açısından büyük bir risk oluşturan gayri meşru bir yapının, bir güç merkezinin, cemaatin, sırf hükümetle çatışma içinde diye mağdur görülmesine dayalı, onun çatısı altında yapıldığı oranda düşünce insanlarını onun bağımlı değişkeni olmaya indirgeyen bir görüntünden kaynaklanıyordu. (Bu arada genelleme ve haksızlık yapmamak için toplantıya katılanlar arasında, bu görüntünün dışına çıkan, örneğin Ahmet İnsel gibi cemaatin riskinin altını çizen, Ömer Gergerlioğlu gibi farklı bir duruya sahip olan, muhalefeti daha genel çerçevede yapan birden çok istisnanın, aydının olduğunu da ekleyelim.)



Üçüncüsü ise ünlü akademisyen bildirisidir. Bu bildirinin içeriği, iktidarın verdiği ölçüsüz tepki ve imzacıların karşı karşıya kaldıkları baskı sonucu gölgede kalmış ve doğal olarak ifade özgürlüğü kaleminde ele alınmıştır. Ancak bildirideki,

“devletin planlı ve bilinçli şekilde halkları katletme politikası

” tarzı ifadeler, siyaset dışılığın ya da başka bir siyasetin bağımlı değişkeni olma halinin tipik bir örneğiydi.



Nitekim, Kürt siyasetinde Ortadoğu'daki gelişmeleri, Kandil'in yeni stratejisine bağlı yaşanan değişimleri hiç görmeden, Güneydoğu'da yaşananları hala ısrarla Erdoğan'ın başkan olma arayışının sonucu olarak yorumlamak, sonu Kürt hareketinin şiddet politikasına alet olmaya varsa da soru sormaktan kaçmak, siyasetsizliğin ürettiği bir hale işaret ediyor.



Tipik tutum da budur.



Ne var ki bu, bir paradoks bile değildir...






#Abdülhamit paradoksu
#Kızıl Sultan
#modernleşme
#kurumlaşma
#diyaspora
#Ömer Gergerlioğlu
#Kürt siyaseti
٪d سنوات قبل
Paradoks...
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?