|
Artık girişimciliğin de bir "Kulübü" var

Dün ilginç bir toplantıya katıldım. AVEA, Capital ve Ekonomist dergileriyle birlikte yola çıkmış; uzun zamandır planlanmış bir projeyi, TOBB"un Genç Girişimciler Kurulu Başkanı Ali Sabancı"nın da desteğini alarak hayata geçirmiş: Girişimci Kulübü.

Şimdiden 80-90 üyesi bulunan Kulüp, lansman toplantısı için uluslararası girişimcilik konusunda tecrübeli GİST kuruluşundan Jeff Hoffman"ı konuk konuşmacı olarak davet etmiş. Jeff Hoffman, konuşmasında çok önemli konuların altını çizdi:

"İnternetin yaygınlaşması başarılı olmak için klasik eğitim almayı şart olmaktan çıkartıyor. Ancak eğitimli olanlar girişimcilikte çok daha başarılı oluyorlar. Medya, okulu terk edip milyarder olmuş az sayıda girişimcinin hikâyesini anlatmayı, çok iyi eğitim almış, çok çalışmış, emek vermiş, başarılı insanlara tercih ediyor. Oysa çoğunlukta olan ikinciler."

Hoffman 19 yaşında Senegalli bir öğrenciden söz etti. Bu genç, Stanford Üniversitesi"nin ücretsiz kurslarından üç dönem yararlanmış. Bir de TED Talks"ta izlediği konuşmalardan etkili sunum yapmayı öğrenmiş. Hoffman"a başvurmuş. Bulduğu fikir son derece orijinalmiş.

Senegalli genci yakında parmak arası terlikleri, paçaları dizden bir karış altındaki kahverengi şortu, soluk tişörtü ve elinde bir milyar dolarla fotoğraflarını görebiliriz.

Avea Genel Müdürü Erkan Akdemir ise bu yıl bünyelerinde kuluçkada bulunan 5 şirketten 4"ünün kanatlanıp uçacağını, bunların yerine hangi şirketlerin desteklenerek doğuma hazır hale getirileceğine karar verirken Girişimcilik Kulübü üyelerine bakacaklarını söyledi.

Ali Sabancı"nın içten ve esprili üslubu içinde altını çizdiği eko sistem meselesi ise bizce Türkiye"nin birinci öncelikli konularından biri. Gerek girişimciliğin desteklenmesi gerekse de inovasyona prim verilmesi ancak uygun eko sistemlerin inşası ve korunmasıyla mümkün. E-tohum örgütlenmesi ve de bu kulübün etkinliklerine katılmak, girişimciliğin heyecanını yaşamak demek… Özellikle gençlere duyurulur…

Barış Süreci, dünyaya iyi anlatılmalı

Son 10 yıldır Türkiye"nin dünyadaki itibarının nasıl yükseldiğinin farkında olmamak için fazlasıyla önyargılı ya da kompleksli olmak gerekir. Güney sınırlarımızdaki olumsuz gelişmeler ve son olarak Suriye batağında yaşanan trajedilerin bize terör olarak yansıtılması, kamu diplomasisinin değerini çok daha net olarak ortaya koyuyor.

Ülke algılamasının yönetiminde çok özel bir yeri olan, diğer ülkelerin halklarına mesajlarınızı aktarabileceğimiz en sağlıklı kanal olan "kamu diplomasisi"ni iyi değerlendirmek lazım. Türkiye"nin stratejik vizyonunda çok isabetli bir öngörüyle oluşturulan Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü"nün şu son dönemde özellikle "Barış Süreci"ni "soft power" (yumuşak güç) boyutunda ele alması gerektiğini, ilgililer zaten gündemlerine almışlardır, diye ummak istiyorum.

Tüm kamu diplomasisi araçları içinde "konu yönetimi" anlamında baş sırada olmayı hak eden Barış Süreci, Türkiye"nin sadece politik ortamıyla değil, dünden bugüne insanlık tarihinden miras alıp geleceğe taşıdığı kültür ve irfanıyla da birebir ilgilidir. Anadolu"nun çeşitli kültürlerinin arasından geçen buluşturucu ve birleştirici gücü, uluslar arası kamuoyu nezdinde zaten algılanmaya hazır bir duygu-düşünce zeminine sahiptir. Barış Süreci"ni kabullenen ve karşı duranları da anlayabilen, onları "iletişim zemini"ne çağıran bir irfan temelidir bu.

Barış Süreci için atılan adımlar, London School of Economist"in Avrupa Düşüncesi Profesörü John Gray"in çok beğendiğim tanımıyla "Bağdaşmayan çıkarlar arasından toplum barışı adına görüşme, tartışma ve pazarlık" dediği "Modus Vivendi"nin en güzel örneğidir. Dünyaya anlatmamız lazım, otuz yılı aşkın bir süredir baş edilemeyen büyük savaşı durdurmaya muktedir olabilen bu sürecin ilk elde almaya başlanan olumlu sonuçlarını...

Cenevre 2"ye giderken elimiz sanıldığından çok daha güçlü.

Muhalefet "öfkelilerin kemik oyları"na mı talip?

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu"nun son zamanlardaki en agresif konuşmasını dinleyip de "Özünde ne dedi?" diye kendinize sorduğunda "diktatör" ithamından başka aklınızda ne kalıyor? (Diktatörün Başbakan olduğu bir ülke, dikta rejimiyle yönetiliyor demektir. Türkiye"de faşizmin hüküm sürdüğüne gönülden inanıyor demek ki Sayın Kılıçdaroğlu. Etrafında kendisini alkışlayanların "Faşizme karşı omuz omuza!" diye slogan attıklarına bakılacak olursa, kendisine inananlar da var.)

Kılıçdaroğlu"nun tarzıyla, yani suçlama yapacağınız sıfatı önceden seçip, örneğin "diktatör"e karşı nasıl muhalefet edilmesi gerektiğinden yola çıkarak ve mevcut politikalara bakarak "anti faşist mücadele" teması üzerinden gereğini yerine getirip getirmediklerine bakarak bir dolu hakaret sıralamak mümkün.

Oysa "Diktatör" yerine, "Diktatörlüğe özeniyor" dese, hiç olmazsa üzerine bastığı mantık zemini çökmeyecek.

İletişim gerçekler üzerinden yürütüldüğünde başarılı olur ve ancak, Diyarbakır Cezaevi"nde yaşanan trajedileri unutanlar bu ülkede dikta rejimi olduğunu iddia edebilir.

Ve gerçekle de, izanla da bağını koparıp atmış, çok daha ileri giden ithamlardan biri Reyhanlı"nın feci ve dramatik sonuçlarını hükümete mal etme çabası. Suriye"de yaşanan kaosun ve birbirlerine kıyan Suriyeliler"in içine düştükleri dehşetin ve bize yansıyan terör boyutunun Türkiye"nin dış politikasının bir sonucu olduğunu iddia edecek kadar iyi niyetten nasibini almamış bir muhalefet örneği sergileniyor.

"Beyzbol sopasını görerek değişirsin tabii sen!" diyen Kılıçdaroğlu"ndan farksız olarak, "Obama"nın ağzına baktı" türünden siyasetçiden çok, kahvehane muhabbetini hatırlatan Devlet Bahçeli"nin ifadeleri de, sırf bu güzel söz söyleme sanatına kurban edildiği için "gerçek"le ne kadar irtibatlı olduğunu da gizleyen "iletişime kapalı" yorumlar. Bu muhabbetle bir yere varılamayacağını baştan belli eden, tartışmaktan çok kavga etmek istediğini ortaya koyan ifadeler... Niyeti bağcı dövmek!

11 yıl önce
Artık girişimciliğin de bir "Kulübü" var
Ayrı dünyalara ait iki kavram
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?