Başka bir “Prag Baharı”...

00:0022/05/2007, вторник
G: 28/08/2019, среда
Davut Dursun

Soğuk Savaş yıllarından kalma “Prag Baharı” diye bir deyim var. Sovyetler Birliği hegemonyasındaki Çekoslovakya''da Moskova''dan daha bağımsız ve kısmi liberalleşmeyi hedefleyen A. Dupçek''in 1968''de ülkesinde yürürlüğe koyduğu politikayı ifade eden bu açılım, kısa bir zaman sonra L. Brejnev tarafından gönderilen Sovyet tanklarının işgali ve Dupçek''in iktidardan uzaklaştırılmasıyla neticelenmişti. Sovyetlerin kontrolündeki Çekoslovakya''da Dupçek''in yönetimi ile başlayan sıkı merkezi planlamaya

Soğuk Savaş yıllarından kalma “Prag Baharı” diye bir deyim var. Sovyetler Birliği hegemonyasındaki Çekoslovakya''da Moskova''dan daha bağımsız ve kısmi liberalleşmeyi hedefleyen A. Dupçek''in 1968''de ülkesinde yürürlüğe koyduğu politikayı ifade eden bu açılım, kısa bir zaman sonra L. Brejnev tarafından gönderilen Sovyet tanklarının işgali ve Dupçek''in iktidardan uzaklaştırılmasıyla neticelenmişti. Sovyetlerin kontrolündeki Çekoslovakya''da Dupçek''in yönetimi ile başlayan sıkı merkezi planlamaya dayalı sistemden kontrollü liberalleşme anlamındaki bu açılım bir “bahar” olarak nitelendirilmiş ve “Prag Baharı” Sovyet hegemonyasına karşı direnişin ve Sovyetler tarafından bu özgürleşmenin ezilmesinin bir ifadesi olmuştur.

1968''den bu yana köprülerin altından çok sular geçti. Soğuk Savaş dönemi sona erdi, Sovyetler Birliği tarihe veda ederken kontrolündeki Doğu ve Orta Avrupa ülkeleri büyük bir dönüşüm geçirerek liberal demokrasiyi kurma yolunda büyük mesafeler kat ettiler. Bir çoğu Avrupa Birliği''ne tam üye oldu, Batılı bölgesel kurumların şemsiyesi altına sığındı. Artık buralarda Sovyetler''in etkisini görmek nerede ise imkansız.

Günümüzde “Prag Baharı” denince artık 1968''deki olaylar ve Sovyet tanklarının özgürlük taleplerini ezmesi akla gelmiyor, bugün için Prag Baharı deyimi Çek Cumhuriyeti''nin 1994 sonrasında başardığı büyük gelişme anlaşılıyor. Çekoslovakya''nın dünyada eşi bulunmayan barışçı şekilde Çek ve Slovakya cumhuriyetlerine bölünmesinden sonra her iki ülkenin ortaya koydukları büyük performansı bu ülkeleri her sene ziyaret eden turist sayılarında görmek mümkün. Nüfusu on milyonun biraz üzerinde olan Çek Cumhuriyetini yılda 17 milyon turist ziyaret ediyor. Nerede ise nüfusun iki katı turist alıyor.

Çek Cumhuriyeti''nde deniz yok, güneş sınırlı ama kelimenin tam anlamıyla turist akıyor bu ülkeye. Bunu sağlayan hususun ne olduğu gerçekten merak uyandıran bir soru.

Bu soruya ancak bu ülkeyi görünce cevap bulabiliyorsunuz. Tarihin ve tarihten intikal eden güzelliklerin turizmde bu kadar güzel pazarlandığı bir başka ülke var mıdır, bilmiyorum. Çek Cumhuriyeti''nin ekonomik başarısını ortaya koyan sayılara bakıldığında durum tüm açıklığıyla ortaya çıkıyor. Bu ülkenin yıllık GSYİH 221 milyar dolar. Bunun yüzde 2.8''i tarımdan, yüzde 37.8''i endüstriden ve yüzde 59.4''ü de hizmetler sektöründen geliyor. Bu küçük ülke 90 milyar dolara yakın ihracat ve 88 milyar dolar da ithalat yapıyor. On milyonluk bu ülkenin Türkiye''den daha çok ihracat yapması dikkat çekici değil mi?

Çek Cumhuriyeti''nde belli alanlarda endüstri gelişmişse de ülke ekonomisinin asıl başarısı turizmden geliyor. Üzerinde düşünülmesi gereken nokta burası. Denizi bile olmayan bir ülke nasıl oluyor da turizmde bu başarıyı gösteriyor.

Bizde turizmle ilgili tüm tartışmalarda hep denizlerimiz, güneşimiz ve son yıllarda da yaylalarımız üzerinde duruluyor. Deniyor ki bu kadar güzel denizlerimiz, güneşimiz ve yaylalarımız var, ancak bunları yeteri kadar pazarlayamadığımızdan turist az geliyor. Elbette bunda doğruluk payı var, zira denizi ve güneşi olan İspanya, Fransa ve Yunanistan gibi ülkelere giden turist sayısı bizimle kıyas kabul etmez büyüklükte. Ancak turizmde başarı kazanmak için illa da deniz ve güneş gerekmiyor.

Bunun en canlı örneği Çek Cumhuriyeti. Çekler Prag''ın tarihini ve tarihten tevarüs ettikleri dokuyu son derece başarıyla pazarlayarak büyük bir turizm örneği oluşturmuşlar. Gerçekten de Prag yeşillikler arasında bir tarih tablosu gibi. Roma İmparatorluğu döneminden beri ayakta duran dini ve sivil mimari örnekleri, büyük özenle korunmuş tarihi doku, el değmemiş ve tahrip edilmemiş eserlerle ziyaret edenleri birkaç yüzyıl geriye götüren, değişik duygular yaşamasına imkan veren, modernizmin kazandırdıkları yanında insanlığa kaybettirdiklerini düşündüren bir mekan. Ta 13. yüzyıldan kalma yapılar, Rönesans dönemi, barok, gotik ve yeni mimari anlayıştaki muhteşem eserleri hep birlikte aynı mekanda görebilme imkanı… Bunun yanında modern döneme ait eserler de var, ancak bunlar tarihi doku içinde değil ayrı bir mekanda. Zaten şehirlerin temel meselesi eski ile yeniyi nasıl bütünleştirecekleri noktasında düğümleniyor. Bizim gibi eski ile yeniyi harmanlayanlar sahip oldukları muhteşem tarihi mirası bir miras yedi gibi yok etmişlerdir. Buna karşılık eskiyi bir hazine olarak korumaya alanlarsa yeniyi başka bir yerde inşa etmişlerdir. Çeklerin başarıyla uyguladıkları işte bu.

Sanıyorum buna en iyi örnek ülkenin tu-rizm cenneti nitelemesini hak eden Karlovy Vary olmalıdır. Aynı zamanda bir termal merkezi olan Karlovy Vary bir tarih tablosu gibi. Şehrin ortasında bir ayrık otu gibi yükselen komünist dönemden kalan Termal Hotel çirkinlikler abidesini hak ettiği gibi bir şehrin ta-rihi dokusuna karşı yapılacak en büyük kötülüğün de canlı bir anıdır. Turizmden çok şey bekleyen Türkiye''nin Prag tecrübesinden öğreneceği çok şey var. Tabii ki treni kaçırmamışsak!