|
Ord. Prof. Ali Fuat Başgil’in manevi dünyası

Üstün ahlakıyla, ilmi otoritesiyle, gönülleri fetheden sohbetleriyle tam bir âbide şahsiyet olduğunu herkese ispat eden merhum Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil ile ben daha İmam Hatip Okulu talebesiyken tanıştım. Birbirinden değerli eserlerini o yıllarda okumanın hazzını yaşadım. 27 Mayıs askeri darbesiyle ve hukuki konularla ilgili eserlerini bir tarafa bırakacak olursak, beni en fazla “Gençlerle Başbaşa”, “Din ve Laiklik” isimli kitapları etkiledi.

Bunlardan birincisi Türk gençliğine iyiyi, doğruyu, güzeli göstermek için mükemmel bir rehber olduğu gibi, ikincisi de istismara son derece açık olan “din” ve “laiklik” kavramlarına tam bir açıklık getirdi. Ali Fuad Başgil, bir numaralı eseri diyebileceğimiz “Din ve Laiklik” ile dinin gerçek mahiyetini, laikliğin ne demek olduğunu, - Batıdaki ve bizdeki uygulamalarıyla kıyaslayarak - gün ışığına çıkardı. Lakin ışıktan rahatsız olan yarasalar derhal iftira ve hakaret kampanyasına başladılar. Hoca, gericilikle, irtica ile suçlandı, hapsedildi ve bir takım işkencelere maruz kaldı. Tabii ki, o bu âdice hücum oklarına göğüs gerip bildiği doğru yolda yürümeye devam etti.

Unutmadan belirteyim, eserlerini büyük bir heyecanla yayınlamak suretiyle Ali Fuad Başgil’e en büyük desteği veren Yağmur Yayınları’nın sahibi merhum İsmail Dayı idi. Sirkeci’den Cağaloğlu’na çıkarken caddenin sağında yer alan Yağmur Yayınevi daha başka bir takım önemli eserleri de kültür dünyamıza kazandırdı. Mesela merhum Nureddin Topçu’nun “Yarınki Türkiye”si bunlardan biridir. Başgil, Topçu’nun bu kitabı için bir takriz yazısı kaleme aldığı gibi, Topçu da Başgil’in mezar taşı için şu satırları kaleme aldı: “Kırk yıl Türk milletine ilim ve irfan aşılayan, ilmi âsârından, şahsı ilminden, kalbi âlemden büyük Anadolu’nun asil evladı Ali Fuad Başgil Rabbinin eşiğine ulaştı. Ruhu için Fatiha istiyor.” Unutmadan söyleyeyim, merhum büyüğümüz Üsküdar Karacaahmet Mezarlığı’nda yatıyor. Ziyaret etmek isteyenler için kısaca tarif edeyim; Çiçekçi Camii’nin karşısındaki kapıdan içeri giriyorsunuz. Üç beş adım sonra yolun solunda bulunan meşhur Yaman Dede’nin kabrini – tabii ki Fatiha okuyarak- geçiyorsunuz. Yine kısa bir yürüyüşten sonra sola dönüyorsunuz. Bir iki adımdan sonra sağda Hoca’nın kabri karşınıza çıkıyor.

Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil’in nasıl bir hukuk otoritesi olduğunu, 27 Mayıs askeri darbesinden sonra çektiği sıkıntıları, darbe şakşakçılarına karşı verdiği mücadeleyi, senatörlüğünü, Cumhurbaşkanlığı adaylığından silah tehdidiyle çekilmesini ve daha bir çok ibretlik konuyu bazı ünlü talebelerinin hatıralarından öğrenebilirsiniz. Rasim Cinisli, Ergun Göze, Ferruh Bozbeyli, Mehmet Gökalp ve Servet Armağan gibi yakınları, Hoca’nın çilekeş hayatını ve asil duruşunu bütün ayrıntılarıyla dile getiriyorlar.

Ben burada onun manevi dünyası ile ilgili birkaç cümle söylemek istiyorum. Gerçi bu konuya yabancı değildim ama bilmediklerim de varmış. İşte onlardan birini de, Prof. Mustafa Kara Hocamız’ın Yeni Dünya Dergisinde (Nisan 2021) yayımlanan bir makalesinden öğrendim. Meğer Başgil’in, Sirkeci’deki Aydınoğlu Tekkesi’nin son şeyhi Bekir Efendi ile de ilişkisi varmış. Kapalı kapılar ardından da olsa kendisinden istifade etmiş. Mustafa Hoca’nın kalemine sağlık, “Tasavvuf” dergisinin 19. sayısını kaynak göstererek Ali Fuad Başgil merhumun tekke havasını da teneffüs ettiğini bir güzel anlatıyor. Bu yazıyı okuyunca, ben de hemen adı geçen dergideki uzun ve ilgi çekici makaleyi dikkatle okudum. İnsan yaşadıkça neler öğreniyor. Bu arada Tasavvuf dergilerinin bir çok cildini bana hediye etmek lütfunda bulunan Prof. Mustafa Tahralı hocamıza da teşekkür ediyorum.

Bu konuya bir örnek daha vereyim:

Prof. Dr. Servet Armağan Bey, “Bir Zamanlar Rektördüm” isimli hatıratında hocası Ord. Prod. Dr. Ali Fuad Başgil’le ilgili yazısının bir yerinde şunları söylüyor:

“Ali Fuad Başgil’in memleket meselelerine gösterdiği hassasiyet takdire şayan bir özellik taşımaktadır.

Aramızda değerli insan Mustafa Sungur’un da bulunduğu 20 kişilik bir grupla kendisini ziyaret ettiğimizde (1958-59) Risale-i Nur’dan bahsetmiştik. Sungur Ağabey kendisine Üstad’ın selamını söylemiş ve ‘Hüve Nüktesi’ni okumuştu. Hoca’ya Hüve Nüktesi’ni İngilizceye çevirmek istediğimizi söylediğimizde, yazının mükemmel bir biçimde kaleme alındığını ve tercüme edilirse etkisini kaybedeceğini söyledi.

Arkasından İslami esasları, belli prensipler etrafında toplayıp okuyucusuna sunan Bediüzzaman’da, İbn-i Rüşd’ün metodunu gördüğünü söyledi. Kendisi de Üstad’a selamlarını iletmemizi istedi.”

Samimi dindarlık, sahibini aynı zamanda cesur insan haline de getirir. Başgil’in önemli bir özelliği de işte bu cesaretiydi. O, sadece Yassıada’da şahitlik yaparken uyduruk mahkemenin başkanı Salim Başol’a gerçekleri haykırmaktan çekinmediği gibi, daha sonraki yıllarda da yayımladığı bir çok makale ile dini ve dindarları savunmayı sürdürdü. 27 Temmuz 1966 tarihli Yeni İstiklal gazetesinin birinci sayfasında “Ord. Prof. Başgil Sorumluları İkaz Ediyor – Nurculuk Suç Değildir” başlığıyla yer alan haber dikkatle okunursa merhumun hem cesareti, hem “salâbet-i diniyye”si daha iyi anlaşılır.

Bu büyük insanı, vefatının 54. yılında bir kere daha rahmetle anıyorum.

#Ali Fuat Başgil
#Ahlak
#Bediüzzaman
3 yıl önce
Ord. Prof. Ali Fuat Başgil’in manevi dünyası
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!
Unutma sakın!