Bizim İsmail Kılıçarslan'ın mütedeyyin kızlarla İslamcı erkekleri ele alan yazısını değerlendirmeye başlamış, konuyu kendine özgü modernleşmemiz bağlamında ele almanın gerektiğini söylemiştim. Zira İsmail'in gözlemlerini yaptığı ve anlatısını kurduğu yerin bizatihi kendisi, kamusaldı. Kadınlar ise, kamusal ve siyasal alana, erkeklerle eşit haklara ve duygu akışını belirleme, ilişkileri biçimlendirme avantajına sahip olarak modernlikle birlikte çıkmışlardı. Batı'dan başlayan modernleşme süreci, bir
Bizim İsmail Kılıçarslan'ın mütedeyyin kızlarla İslamcı erkekleri ele alan yazısını değerlendirmeye başlamış, konuyu kendine özgü modernleşmemiz bağlamında ele almanın gerektiğini söylemiştim. Zira İsmail'in gözlemlerini yaptığı ve anlatısını kurduğu yerin bizatihi kendisi, kamusaldı. Kadınlar ise, kamusal ve siyasal alana, erkeklerle eşit haklara ve duygu akışını belirleme, ilişkileri biçimlendirme avantajına sahip olarak modernlikle birlikte çıkmışlardı. Batı'dan başlayan modernleşme süreci, bir biçimde buraya yayılmasa, inancı ne olursa olsun kadın-erkek herkesi kapsamasaydı, İsmail bu gözlemini yapamayacak ve dahası o da modern olduğu için medyada böyle bir yazı da yazamayacaktı. Velhasıl, dindar kızlar, (İsmail'in dediği ve benim de katıldığım gibi) İslamcı erkeklere göre daha neşeli ve cevval iseler, bunu böyle yapan hususları, modernleşme sürecimizin içinde aramalıyız. Ancak bu noktada saplanıp kalırsak hata yapma ve yanlış anlaşılma riskimiz çok artar. Birileri bizi modernleşmeyi tüm yönleriyle olumlamakla itham edebilir, dahası biz böyle sanmaya başlayabiliriz. Bernard Lewis'ten bahsederek, hem derdimi daha iyi anlatır hem de ayrımı netleştirerek yanlış anlaşılma riskini azaltabilirim.
1916 doğumlu, Yahudi kökenli, bir dönem İngiliz istihbaratına çalışmış, uygarlık çatışması teorisyeni Samuel Huntington'a fikir babalığı da yapmış olan Princeton Üniversitesi Ordinaryüs Profesörü tarihçi ve Ortadoğu uzmanı Lewis, ülkemizde çok tanınıyor. Ermeni meselesinde Türk tezine, “Modern Türkiye'nin Doğuşu”nda resmi ideolojiye yakın görüşler savunması, 1988'de Atatürk Uluslararası Barış Ödülü'ne layık görülmesinde pay sahibi. Tarihçiliğinin kalitesini tartışmak haddimizi aşar ama İslamcılara düşman, laiklikten ve modernlikten yana olduğu kesin. Kesin olan bir husus da Ak Parti'ye olan nefreti. Ona göre Ak Parti'nin “nihai hedefi İslami demokrasi diye adlandırdıkları şey. Bu demokrasinin tek yönlü sokak olması anlamına gelir. Bu yolla gelirsiniz ama aynı yolla gitmezsiniz.” Ak Parti nedeniyle Türkiye karanlık zamanlara geriye gidiyor. Ak Parti iktidarındaki Türkiye, “her geçen gün daha çok Orta Doğu'ya benziyor.” Yakın bir gelecekte, “Türkiye'nin İslami bir cumhuriyet ve İran'ın laik bir demokrasi olacağı bir durumu düşünmek zor değil.” Lewis, İslam dünyasından artık sadece İran muhalefetine güveniyor. “[Müslümanların] Bizim sahip olduğumuz türde bir şey inşa etmek kabiliyetinden yoksun olduklarını kabul etmemiz gerekir. Biz ne yaparsak yapalım, onlar tiranlar tarafından yönetilecektir!” diyebiliyor. İşte bu Bernard Lewis, Orta Doğu'nun ve Türkiye'nin geleceğiyle ilgili yazı ve röportajlarında hep kadınlardan umutlu olduğunu söylüyor. Ona göre, “Şeriatta durum oldukça açık, bir kadının değeri yarım erkeğe denk”. Kadınlar modernliğin değerini anladıkça bu duruma tavır alacak, değiştirmeye yelteneceklerdir diye düşünüyor.
Hemen fark etmişsinizdir, Lewis'in sadece istihbarat örgütlerine ve Neoconlara değil bizdeki laikçi çevrelere de akıl hocalığı yaptığını. Aynı korodalar, aynı telden çalıp söylüyorlar. Lewis, “batı-dışı modernlikler” kavramından ve hatta kendi bölümündeki Şükrü Hanioğlu'nun yazdıklarından habersizmiş gibi. Müslüman toplumlara demokrasiyi yakıştıramıyor. Müslüman dünyada ve ülkemizde asıl demokrasi düşmanlarının despotik rejimler ve darbeciler olduğu gerçeğini saklamaya çalışıyor. Ak Parti'nin en az Hıristiyan demokrat partiler kadar demokrasi ilkelerine bağlı olabileceğini havsalasına sığdıramıyor. Edward Said'in tipik bir “oryantalist” olarak gördüğü Lewis'le siyasi anlayışımız taban tabana zıt. Böyle saplantılı, önyargılı, batı-merkezli bir bakışla Türkiye'nin kendine özgü modernleşmesini ve değişimini anlaması mümkün değil.
Lewis'in modernlik ve kadınların rolüyle ilgili söylediklerini de esastan reddediyorum. Modernleşen Müslüman dünyada kadının artan rolünü kabul etmekle birlikte bu başlık altında aslında çok farklı şeylerden bahsediyoruz. O, hiçbir eleştirel parantez açmadan modernlikten ve inançların bireyin iç-dünyasında kalmasından yana. Kadınların modernliğin kazanımlarına sahip çıkacaklarını düşündüğü için, umudunu onlara yatırıyor. Bense modernliğin batılı kökenine rağmen bir insanlık hali olduğunu, kadın-erkek hepimizi olumlu ya da olumsuz etkilediğini, yol açtığı süreçlerle Müslüman dünyada yepyeni durumların ortaya çıkacağını düşünüyorum.
İslam'ın genel kabul gören akidevi anlayışıyla batı-tipi modernlik ve demokrasi arasında bir çelişki ve gerilim olduğu doğru… Ama bu konularda Genç Osmanlılar'dan bu yana ciddi tartışmalar ve farklı değerlendirmeler olduğu da doğru. Müslüman toplumdaki modernlik ve demokrasi süreçleri, bu çelişki ve gerilim nedeniyle kendine özgü bir hal alarak ilerliyor ve tablo henüz son şeklini almış değil. Kadınların durumu, geleneksel Hıristiyan kültüründe 3K (küsche-kirsche-kinder/mutfak-kilise-çocuk) ile formüle ediliyordu. Musevilikteki şartlar kadınlar için bundan daha da ağırdı. Ama batı modernliği, teolojik gerilime rağmen bugünkü halini aldı. Modernliğin batıdaki genel seyri sanki dindarlıktan sekülerliğe oradan da dinsizliğe ve din karşıtlığına doğru. Bizde de aynı seyri izleyecek diye bir kaide yok ve görünen o ki, izlemeyecek. Bu da asla kötü bir şey değil. Farkındayım bir türlü, niye mütedeyyin genç hanımlar, neşeli ve cevval sorusuna yine cevap veremedim ama az kaldı…
twitter.com/erolgoka
#Bernard Lewis
#Orta Doğu
#Genç Osmanlılar