|
Sizi gidi taklitçiler!

Teknolojinin ve giderek dijitalleşen medyanın, gerçeklik ve iletişim tanımlarımız başta olmak üzere zihinlerimizi, hayat tarz ve ritimlerimizi belirlediği yenidünyayı anlamak için başvurmamız gereken düşünürlerden birisi de Jean Baudrillard (1927-2007). Özellikle Oğuz Adanır Hoca'nın dilimize kazandırdığı çeviri ve söyleşileriyle ülkemizde de tanınıyor ama hayli zor.



Gençliğinde Marksist olan düşünür, daha sonra bu bakışın Batı toplumunun günümüzdeki işleyişini anlamada bir işe yaramadığını görür. Emeğinin sömürülmesi ve ürettiği mala yabancılaşması esasına dayalı analizler, işçilerin de kapitalizmin sadık bir tüketicisine dönüşmesiyle birlikte anlamını yitirmiştir. Kapitalizm, mutasyona uğrayarak artık yepyeni bir evreye girmiştir. Baudrillard bu yeni düzene “simülasyon” adını verir.



Simülasyonu, Türkçe'ye benzetme, taklit, muvazaa gibi şekillerde tercüme edebiliriz ama bunlar asla Baudrillard'ın kast ettiği anlamı tam olarak karşılamazlar. O halde düz çeviridense tarif etmeye çalışmak daha uygun.



Baudrillard da birçok başkaları gibi, Rönesans'tan sonra nasıl olup da Batı toplumunun böylesine büyük bir dönüşüm geçirdiğini anlamanın derdinde. Derdini anlatabilmek için öncelikle bir kavram icat eder, daha doğrusu uydurur: Simülakr… “Gerçeklik olarak algılanmak isteyen” görünümdür simülakr. Ona göre Rönesans'tan bu yana Batı'da üç çeşit simülakr düzeni var olmuştur. Birincisi sanayi devrimine kadar olan dönemdeki kopyalama; ikincisi sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan seri üretim dönemi ve tüketimin belirleyici hale geçmesiyle yapay ve sanal olanın teknolojinin imkanlarıyla gerçek olarak sunulduğu son evre yani simülasyon düzeni... “Ayna”, “fotoğraf makinesi” ve sinema, televizyon ve dijital medya, aracılığıyla üretilen görünümler Baudrillard'ın bu üç evresindeki simülakrlara örnek olarak verilebilir.



Simülasyon, taklit demek değilse de taklitle ilgilidir; bir köken ya da gerçeklikten yoksun gerçeğin modeller aracılığı ile türetilmesine denir. Günümüzde gerçek, artık minyatürleşmiş hücreler, matrisler, bellekler ve komut modelleri tarafından üretiliyor yani tamamen taklide dayalı… Bu sayede gerçeğin sonsuz sayıda yeniden üretimi mümkün oluyor. Simülasyon düzeninde gerçeklik, tabii bir oluş değil de ondan modeller aracılıyla türetildiğinden ve üzerinde istediği gibi oynamalar yapıldığından artık bambaşka bir şeydir. Onun bu özelliklerini tanımlayabilmek, aşırılığını vurgulayabilmek için Baudrilllard “hiper-gerçeklik” der ve simülasyon düzeninde önceki zamanlardan farklı olarak gerçeğin yerini tamamen simülakr'ların aldığını belirtir.



Simülasyon düzeninde gerçek, tabiat, orada öylece durur aslında ama yaşam ortamı, teknolojinin önüne koyduğu tüketim nesneleri ve kitle iletişim araçları ve dijitalleşen medya ürünleri yani simülakr'lar tarafından çevrelendiği için insan, gerçeği olanca hakikatiyle görme şansına sahip değildir artık… Gerçeği sadece sanal haliyle algılamakta, sanallığın kendisini gerçek sanmaktadır. Ki haklıdır da zira sanal sahte, taklit demek değildir; gerçeğin tabii gerçek olmayan formudur. Bunu en iyi psikiyatri hekimleri anlayabilir.



Psikiyatride, hastalığı komik şekilde taklit etmeye çalışan, hasta taklidi (temaruz) yapan sahtekârlardan farklı olarak bir de “kurmaca (factitious) bozukluk” tabloları vardır. Kurmaca bozukluk hastalığında sorun, hastanın o hastalığın kendisinde bulunduğuna tamamen inanması ve hasta rolünün gereğini aynen yerine getirmesi, yaşamasıdır. Kurmaca bozukluk hastası, rolüyle tıpatıp özdeşleşen oyuncu gibidir. Hekim, hasta numarası yapan sahtekârı kolayca anlayabildiği halde, kurmaca bozukluk tanısı koyabilmek için çoğu zaman hastayı kliniğe yatırarak gözlem altında tutmak zorunda kalır. Bizim simülasyon evreninde içinde yaşadığımız sanallığı gerçek sanmamız, tıpkı kurmaca bozukluk hastasının kendisini sahiden hasta sanmasına benzer. Bu yüzden reklamların, markaların, sosyal ağların dünyasında tükettikçe daha mutlu olacağını sanarak yaşar gideriz. Sadece teknolojinin, tüketimin ve sosyal medyanın ağında yaşadıklarımızı gerçek sanmak değildir bahtsızlığımız, kitle iletişim araçlarıyla yaptığımız haberleşmeyi de iletişim, bu aygıtlardan algı dünyamıza giren her veriyi bilgi sanmamızdadır asıl garabet.



Baudrillard, Batı'da kökleşip yerleşmiş olan bu simülasyon düzeninden hiç hoşnut değildir. Batı dışındaki toplumların Batı'nın bu haline benzemesini, sonunda onlar gibi tıkanıp kalmasını istemez. Onların başka modeller ile alternatifler üretmesinden yanadır. Rahmetli Erbakan Hoca'nın bizimkilere “taklitçiler!” diye kızması gibi, Batılılara “sizi gidi taklitçiler” der adeta… Başka, adil bir dünyanın mümkün olabileceği düşüncesini diri tutma meşalelerinden birisi olarak kervanda yerini almıştır.




#Teknoloji
#Baudrillard
8 yıl önce
Sizi gidi taklitçiler!
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı