Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşmiş Milletler’deki konuşmalarında adalet, eşitlik ve insan haklarına vurgu yapıyor. İlk hitabını 2005’te Başbakan iken yapmış ve “dünya barışının teminatı olarak görülen, saygınlığı, tüm üyeleri tarafından yüceltilen, daha aktif ve daha dirayetli bir BM teşkilatı, insanlığın ortak yararınadır” demiş. Sonra? Erdoğan, düne kadarki tüm BM Genel Kurulu hitaplarında uluslararası siyaset derslerinde kelime kileme okutulacak eleştirilerde bulunmuş. Önerilerini de beraberinde
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşmiş Milletler’deki konuşmalarında adalet, eşitlik ve insan haklarına vurgu yapıyor. İlk hitabını 2005’te Başbakan iken yapmış ve “dünya barışının teminatı olarak görülen, saygınlığı, tüm üyeleri tarafından yüceltilen, daha aktif ve daha dirayetli bir BM teşkilatı, insanlığın ortak yararınadır” demiş.
Sonra?
Erdoğan, düne kadarki tüm BM Genel Kurulu hitaplarında uluslararası siyaset derslerinde kelime kileme okutulacak eleştirilerde bulunmuş. Önerilerini de beraberinde getirmiş. Teklifler ortaya koymuş. Cumhurbaşkanı, önceki gün 14’üncü hitabını yaparken ben de editörümüz Furkan Kılıç’ın geçmiş konuşmalarından derlediği notları yeniden okudum.
Erdoğan’ın öngörüleriyle “övünerek” değil de tüm insanlık için “kaygılanarak” söylemek gerekiyor ki; haklı çıkmadığı tek bir eleştirisi yok. Dünya düzeninin nasıl yıkıldığını, adaleti ve barışı tesis etmesi gereken ve bu güce sahip olan BM gibi kurumların nasıl işlevsiz hale geldiğini merak edenler varsa eğer oturup Erdoğan’ın önceki 13 konuşmasını irdeleyerek sorularına yanıtlar bulabilirler.
Ancak
Cumhurbaşkanı’nın önceki gün New York’taki Genel Kurul’da yaptığı konuşma bir durum değerlendirmesinin çok ötesindeydi. Sözlerin muhatabı, İsrail’in soykırımı karşısında harekete geçmeyen liderler değildi sadece. Erdoğan, dünyayı yöneten politikacıları aşan bir çıkış yaptı ve uluslararası siyasete yeni bir kavram kazandırarak, İsrail’in “insanlığın ittifakı” ile durdurulması gerektiğini söyledi. Aslında bu kavramın karşılığı, insanlığın ittifakı için kurulmuş olan Birleşmiş Milletler’in ta kendisi oluyor. Peki ne olacak?
Bunun siyasetle ve müzakereyle artık olamayacağını yine Erdoğan söyledi ve mayıs ayından beri elden ele dolaşan bir evraktan bahsetti: “Hamas ateşkes teklifini kabul ettiğini defalarca ilan etti. Ama İsrail hükümeti işi sürekli yokuşa sürerek, sürekli bir bahane bularak, ateşkese en yakın olunduğu zamanda müzakere ettiği muhatabını kalleşçe öldürerek barışı istemeyen taraf olduğunu çok net biçimde gösterdi.”
Birleşmiş Milletler binası işte bu çağrıyla çalkalandı. Herkes birbirinin yüzüne baktı. Zirveyi takip eden gazeteciler olarak, ‘Barış İçin Birlik Kararı’nın ne anlama geldiği üzerine kafa yorduk. Erdoğan, Gazze’de tarihte görülmemiş bir soykırıma imza atarken dünyayı da çok büyük bir savaşın eşiğine sürükleyen İsrail’in artık güçle durdurulması gerektiğini söylüyordu. Cumhurbaşkanı, BM’ye içine düştüğü tıkanıklıktan çıkma ve İsrail karşısındaki acizliği aşma yolunu göstermişti.
Erdoğan’ın hatırlattığı bu karar, 25 Haziran 1950’de Güney Kore’nin işgal edilmeye başlanmasının üzerine ABD’nin Güvenlik Konseyi’ni acilen toplantıya çağırması ve BM’nin Sovyetler Birliği’nin vetosu nedeniyle tıkanması üzerine alınmıştı. Güvenlik Konseyi, Güney Kore’nin işgal edilmesinin uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden bir provokasyon olduğunu ilan ederek Kuzey Kore’nin güçlerini geri çekmesi için müdahale kararı almış ve 21 ülke BM bayrağı altında muharip birlik ve tıbbi destek sağlamayı kabul etmişti.
BM’nin kağıt üzerinde ve geçmişinde de işleme koyduğu böyle bir yetkisi var. Ancak bu noktaya gelene kadar aldığı kararları dahi İsrail’e uygulatamayan BM’nin Amerika’nın ev sahipliği altında İsrail’e karşı barış gücü kurması pek mümkün görünmüyor.
Erdoğan’ın dile getirdiği “insanlığın ittifakı” BM çatısı altında değil de halkların meydanlara inmesiyle kurulursa devletler o zaman harekete geçebilir. 7 Ekim’den bu yana birçok İsrail destekçisi Avrupa ülkesinin Filistin safına geçmesinde, insanların kolluk kuvvetlerini de karşılarına alarak meydanlara inmesinin etkisi büyük. Savaş Lübnan’a sıçramışken insanlık ayağa kalkmazsa eğer bir daha asla doğrulamayacağımız günleri izlemekle yetineceğiz.