|
Aydın Doğan Tempo ile bakın kime vurmuş..

Bazı gazeteler yıllardır “Mutfakta yangın var” diyerek iktidarın kapısının önünde yatıp kalkıyor ve özellikle üçlü koalisyon hükümetine yatıp kalkıp dua ediyordu.

Üstelik bununla kalmayıp önce “İşi nasıl pişiririm?” diyor, işi pişiremediği zaman da pişmiş aşa su katıyordu. Ama aşa su katmadan önce işi sulandırmak gerekiyordu.

Elhak, aşı sulandırırken “yağlamayı” da ihmal etmiyordu. Bir de alttan “gazı” verdin mi iş bitiyordu.

Şimdi bazıları Erdoğan-Doğan kavgasını “basın özgürlüğü” ile açıklıyor ya, bir basın mensubu ve özgürlüğü çok önemseyen biri olarak hakikaten kahroluyorum.

Şimdi çok somut bir soru soruyorum: “Doğan Grubu, Mersin Rafinerisi iznini aldı mı? Almadı..

RTÜK''ten CNNTürk için karasal yayın hakkını aldı mı? Almadı..

Peki yukarıdaki iki paragrafı yazarken ben bir hata yaptım mı? Evet yaptım.

Evet ben ki onun bunun yazı hatasına gönderme yapan birisi olarak kendi yazımda büyük bir “halt” işledim.

Çünkü yukarıdaki soruların cevabını verirken “Almadı” sözcüğündeki ''l'' harfi ile ''m'' harfi arasına ''a'' harfini koymadığımı fark ettim.

Almadı ile alamadı arasındaki fark herhalde rezidans izni olan bir Hilton arazisi ile bu izin verilmemiş olan Hilton arazisi arasındaki fark kadar büyük bir farktır!

“Canım tek bir harf bu kadar önemli olur mu?” demeyiniz..

Demeyiniz; çünkü bunu derseniz siz ya Hz. Ali''nin “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” sözünü duymadınız ya da “oh” ile “oha” arasında bir fark olmadığını düşünüyorsunuz.

O zaman da ben kalkar dört tane ''a''yı yan yana getirmek suretiyle size “Aaaa.. Çok ayıp..” derim!

Evet bu “a” çok stratejik bir harftir; bu harf tamam alfabenin ilk harfidir ama aynı zamanda son tartışmaların niçin başladığını gösteren acayip sembolik bir harftir.

Evet bu kadar uzun bir girişi ben niye yaptım? Şunun için yaptım..

Hani alfabeyi sökebilmek için çocuklar ilk önce “a” dan başlar ya.

Ben de bu tartışmaların niçin başladığını tespit edebilmek için önce bu girişi yaptım.

Bu girişi yapmadan meseleyi analiz etmek, imar izni olmadan Hilton arazisini satın almaya, aldıktan sonra da gelecek olan 2,5 milyar dolardan olmaya benzer!

Şimdi size bu “şantaj” haberciliğinden, paragrafı küçük ama önemi devasa bir haber aktaracağım.

Biliyorsunuzdur; at yarışları diye bir yarış türü var ve bu yarışların, niçin hasta olduklarını anlayamadığım “hastaları” var.

Bu yarışlar yıllar boyunca TRT''de yayınlanırdı.. Ta ki 1 Eylül 2006''ya kadar..

Hipodrom TV adı altında bir kanal kuran Doğan Grubu 1 Eylül 2006 tarihinde sözleşme yaparak bu yarışları yayınlamaya hak kazandı.

Peki bu yayın hakkını TRT ya da hükümete bağlı herhangi bir kurum mu sattı? Hayır..

Bu yayın hakkını satan Türkiye Jokey kulübünden başkası değildi.

Yine peki, TJK böyle bir hakka sahip mi? Elbette sahip, istediğine istediği fiyattan satar.

Sorun bu değil; sorun şu..

Bursa Karacabey''de bulunan at yetiştirme çitliğinin önünden geçenler bilir; TJK''ya ait bu haranın etrafı çitlerle çevrilidir ve bu çitlerde birer metre arayla binlerce TJK amblemi içeren levha vardır.

Acaba birer metre arayla değil de ellişer metre arayla bu levhalar yer alsaydı TJK''nın kasasında kaç lira birikirdi?

İşte parayı “hara”da har vurup harman savuran bu TJK ile ilgili olarak satış sözleşmesinden bir yıl kadar önce Tempo dergisinde büyük bir yolsuzluk dosyası haberi yer almıştı.

Hatta o dönem Hürriyet gazetesi TJK aleyhine ilan bile yayınlamıştı.

İşte bu grubun dergisinde, Türkiye Jokey Kulübü hakkında çok ağır iddialara ve ithamlara yer verilmişti.

Olayın 2. İSKİ skandalı olduğu belirtiliyor ve “bu işin içinde kabine üyelerine kadar uzanıyor” deniliyordu.

(Fakat derginin haberciliği o kadar berbattı ki, “İşte TJK merkez binası ile Kanal 7 ve deniz Feneri Derneği''nin binaları yan yana..” şeklinde bir fotoğrafa bile yer vermemişti!!)

İşte o haberler yapıldığında başkan Ahmet idi, başkan gönderildi, yerine Mehmet geldi, geldikten sonra “2. İSKİ skandalı unutuldu”.

Çünkü “1. Koşu tamamlanmıştı”!

Evet oysa at yarışı için Doğan Grubu''nun bir çaba sarf etmesine gerek yoktu.

Çünkü Hürriyet gazetesinin bazı köşe yazılarında ve bazı sayfalarında zaten çığırtkanlık “dörtnala” koşuyor, pespayelik “gemi azıya alıyor”, mantıksızlık “şaha kalkıyor”, şuursuzluk “cirit atıyordu”.

Kimliksizlik ise pek tabii ki “kişnemeye” devam ediyordu!

16 yıl önce
Aydın Doğan Tempo ile bakın kime vurmuş..
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…