|
Kahvede

“Eline vurmuş adamlar, böyle iki demirin arasına sıkıştırmışlar, Allah koru Yarabbim, böyle çekiç gibi, keser gibi bir şeyle vura vura elde kemik bırakmamışlar. ‘Bonfileye dönmüş eli’ demiş doktor. Düşün abi doktor bile görmemiş hiç böylesini.”

“Kabzayla vurmuşlar diyen olduydu. 14’lünün kabzasıyla.”

“Aslan gibi çocuktur Murat. Bir şey yapamamış mı?”

“Nereye yapıyor abi? Zaten 3 kişi gelmişler belde emanetlerle. Ihtırmışlardır.”

“Lan oğlum iyi de, bu Murat kendi halinde bir usta değil mi? Evden dükkana, dükkandan eve. Kahveye bile ayda yılda bir çıkar. Kim niye yapsın bunu?”

“Biz de anlamadık işin orasını. Yalnız bunu kim ettiyse nereye vuracağını biliyormuş.”

“Nasıl yani.”

“Nasıl yanisi mi var abi? Bu Murat, Çemberlitaş’ta kalemkar değil mi? Hem de iyi kalemkar. Bakma sen, o bu mahalleden kopamıyor da ondan gitmiyor. Senin maaşının beş katı kazanıyordur en az. Bunun yaptığı kalem işçiliğinin eşi menendi yokmuş. Bunun işleri Türkiye’de hiç yokmuş. Direkt Katar’a, Dubai’ye gidiyormuş.”

“Murat mı anlattı sana bunu?”

“Yok abi. Konuşmaz ki o hiç. Bizim Samet yok mu? Tespih işi yapar. O anlattı.”

“O el bir daha çalışmaz diyorsun yani.”

“Yok abi. İmkanı yok çalışmaz. Bonfileye dönmüş diyorum sana. Bilekten kesmediklerine dua etsin bence.”

“Namussuzluk lan bu. Arandaki mesele neyse ne. Adamın eli o hale getirilir mi? Yazık.”

“Yazık tabii abi. Sanatını yapamayacak. Çok yazık.”

“Lan iyi de, aklım hala almıyor Murat’a kimin niye saldırdığını. Kime ne zararı olur? Hepimizin tanıdığı, bildiği adam. Hah. Yusuf abi hoşgeldin. Abi be, sen bir şey biliyor musun bu Murat mevzusuyla ilgili. Kim saldırmış?”

“Hırs saldırdı Murat’a.”

“Anlamadım abi.”

“Hırs diyorum hırs. Hırs saldırdı Murat’a.”

“Ne hırsı abi?”

“Daha çok kazanma hırsı. İnsanın en büyük düşmanı. Bir oğlan vardı. Murat’ın kalfası. Dükkana çay içmeye uğradığımda görürdüm. Murat, patrona bu oğlan için ‘benim kadar usta olur, eli çok iyi’ demiş seneler önce. Çocuk yetenekliymiş yani.”

“O mu yaptı diyorsun, anlamadım Yusuf abi. Bulmaca gibi konuşmaya bağladın yine.”

“Az iki dakika dinlersen anlatacağım Mehmet.”

“Tamam tamam.”

“Bu oğlan, babasıyla konuşmuş. Tarla tapan, elde avuçta ne varsa sattırmış, bir dükkan açmış. Murat buna demiş ki ‘daha ustalığın tamam olmadı, dükkan açmak için acele etme.’ Ama hırslı çocuk. Açmış. İşte yapacak, Katar’a, Dubai’ye, hatta Amerika’ya kalem işi satacak, parayı istifleyecek. Ama becerememiş. Ustalığı yetmemiş. Malları değil el memleketlerinde, Kapalıçarşı’da bile para etmemiş. Bu da Murat’a ‘gel ortak olalım’ demiş. Murat da kabul etmeyince…”

“Ne diyorsun abi? Bunun için mi perişan etmiş Murat’ın elini oğlan? Psikopat mı bu?”

“Yok, öyle değil. Bu çok asılmış Murat’a. Murat da ‘ekmek teknemden de, patrondan da memnunum’ deyip kestirip atmış. Bu da Murat’a hakaret etmiş. Korkma morkak demiş. Doğru konuşuyon, eğri konuşuyon derken Murat buna iki tane tokat sallamış sonunda. Bu da işte iki tane çakalı alıp gelip…”

“Deme be abi.”

“Öyle. Hastaneden geliyorum şimdi. Usul usul ağlıyor Murat. ‘Abi’ dedi, kafamı gözümü kırmadılar da direkt çalıştığım elimi parçaladılar. Ben gayrı yarım adam oldum. Kalemi elime alamadıktan sonra ölsem ne, kalsam ne.”

“Allah sen koru Yarabbim.”



Öldürücü bir zaaf: Hırs

Hırs ve onun içinden çıkılamaz hale gelmiş formu olan ihtiras, gerçekten öldürebilir insan tekini.

Belki biliyorsunuzdur. Develer, çölde bulunan bir çeşit dikenden yerler sıklıkla. Yedikleri diken derhâl ağızlarını kanatır. Kanın tadı o dikenle karışınca develer, ağızlarına gelen o ılık ve tatlı şeyin o dikenin tadı olduğunu zannederler. Dikenden yedikçe yerler. Ağızları da kanadıkça kanar. Sonunda develer kendi kanlarında boğularak ölürler. İşte o ölme biçimine “ihtiras” der Araplar.

Geçenlerde ticaret erbabı bir arkadaşıma “yahu büyütsene işleri, biraz daha gayret etsene, tembel misin sen?” dediğimde duraksamadan şöyle cevap verdi: “Yok abi. Tembellik değil o. Hırs eksikliği. Yeterli bir seviyeye geldiğimde, belirli bir satış yaptığımda bu bana yetiyor. Gerisini pek önemsemiyorum. Hırs eksik bende.”

Arkadaşım böyle dediğinde aklıma Mustafa Çelik ağabey ile yaptığımız bir sohbet geldi. Belki bundan 15 sene önceydi. Kanal 7’deki odasında muhabbet ediyorduk. Bana dedi ki “İsmail, sende hiç hırs yok. Bu senin hem en büyük avantajın, hem de en büyük dezavantajın olacak seneler içerisinde.”

Hırsım hala eksik mi; dahası hırs eksikliğinin avantajını mı yaşadım geride bıraktığım seneler içerisinde yoksa dezavantajını mı, bilemedim. Bu, insanın muhasebesini çok ama çok zor yapacağı bir şey zira dikenin ağzımıza saldığı kan tadı belki de hepimizin hoşuna gidecek.

Ne var ki “hırsından çatlayacak gibi olan” o kadar çok insan gördüm ki. Daha çok kazanmak, daha çok tanınmak, daha çok saygı görmek, bir yerlere gelebilmek adına hırsla yaşayan, günün sonunda da elinde hırsından başka hiçbir şeyi kalmayan bir sürü insan.

Dahası, hırsın beraberinde getirdiği en büyük kötülüklerden biri de “yetersizliği ile yüzleşememek” oluyor. Dünyadaki hemen herkesin hakkını yediğini düşünen, tuhaf, şizoid bir varlığa döndürüyor hırs insanı.

Eksiğini tamamlamak, dua ile istemek, gayretle çalışmak yerine hırsla hareket etmek zannederim insanın en büyük cehennemlerinden biri.

Madeni madenle eğitme sanatı: Kalemkarlık

  • Tabii ki geleneksel haliyle kalemkarlık ya da kalem işçiliği, öncelikli olarak binaların cephesine ya da içine sıva, ahşap ya da taş üzerine işleme, tezyinat yapmak anlamına geliyor. Tezyini sanatların en önemlilerinden biri olarak da kabul ediliyor.
  • Fakat benim yazıma konu edineceğim kalemkarlık, biraz daha dar kapsamlı olarak kullanımda olan maden kalemkarlığı.
  • Kalemkarlık, en eski zanaatlardan biri. Üstelik, kadim zanaatların hemen hepsi gibi artık bence zanaat değil, ‘sanat’ sınıfında değerlendirilmesi gereken bir olgu.
  • Herhangi bir maden zemine çelik kalemlerle desen işleme işi olarak tanımlayabiliriz kabaca kalemkarlığı. Fakat tabii gümüş, altın ya da altın suyuyla elde edilmiş maden zeminlerinde yapılagelenleri daha kıymetli. Aslında kuyumculuğun bir alt zanaatı olarak da değerlendirebiliriz bu yanıyla kalemkarlığı.
  • Tabii ki, CNC makineler ve lazer kesim uygulamaları diyelim tespih işini nasıl hem geliştirdi hem de bir “el zanaatı” olmaktan çıkardıysa, kalemkarlık için de aynı tehlike söz konusu. Elde yapılmış zannedebileceğiniz çok fazla makine işi var.
  • Benim hayranı olduğum, iyisinin peşine düştüğüm bir şeydir kalem işçiliği. Yapılışını da izlemişliğim çoktur. Gümüşün küçük çekiçlere ve çelik kalemlere boyun eğip incecik şeritler halinde oyulmasını, desenin neredeyse kusursuz olarak ortaya çıkmasını izlemek büyük, çok büyük bir keyiftir.
  • Seneler önce Erzurum’da, bir koca ustayı “kalem işi” yaparken izlediğimde fark etmiştim asla tekrarlanamayan kusursuz bir güzellikle karşı karşı olduğumu.
  • Ham bir şey söylediğimin farkındayım ama tekrarlanamaz güzellikler sanata, tekrarlanabilen kusursuzluklar ise kapitalizme dahil bence. Döküm yahut lazerde yapılmış kalem işleriyle bezeli yüzüklerle hiç ilgilenmiyor oluşumun belki de bununla bir ilgisi vardır.
#Arap
#Mustafa Çelik
#Kanal 7
#Erzurum
#Kalemkarlık
2 yıl önce
Kahvede
Her şey yalanmış…
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak