|
Rıhtımda

Oradaydın. Orada olduğunu bilerek şimdi ve burada olmayı nasıl olup da başarabildiğimi düşündüğümde midemde yumruk acısına benzer bir acı hissettiğim doğrudur. Fakat bunu sana anlatacak mecalim yok.

Mecalim yok, çünkü şairin “üstüm başım dünya bulaşığı” dediği demdeyim. Kendime bir yorgunluklar rafı inşa ettim. Uyanma yorgunluğu, işe gitme yorgunluğu, kahve içme yorgunluğu, okuma yorgunluğu, insan görme yorgunluğu. “Hikâyemin bütünü yorgunluktan ibaret” diyerek artislik yapmak istemem. Hayır, bunu yapmak istemem. Fakat şu kadarını da söyleyebilirim sanki. Hikâyemin bütünü yorgunluktan ibaret değil ama hikâyem çok yorgun.

Hikâyem çok yorgun, çünkü sen oradasın; ben şimdi ve buradayım. Şairin “yıllar yirmi yıl açmış arayı” dediği demde. Güneşi kıvamlı bir günde, göğü kırlangıçlarla dolu, kenarlarında papatyaların boy verdiği, sapsarı ayçiçeği tarlarını seyretmek gibiydi yüzünü seyretmek. Bitmesini hiç istemediğim değil, bitmeyeceğini kesin olarak bildiğim bir andı o. Anın kendisinin bittiği teorilerini kesin olarak çöpe attığım bir andı. Bazı anlar bitmez. Yaşadığın anda hissedersin o anın bir daha hiç bitmeyeceğini. An, anılaşır artık. Anıtlaşır hatta. Ben o anın hayaliyle değil, o anla yaşıyorum.

O anla yaşıyorum evet. Şairin “aklımdan çıkmıyorsun dedim, başka türlüsünü yorgunum anlatmaya” dediği mekanın tam dibindeyim çünkü. Orası bilsen ne karanlık, bilsen ne köhne, bilsen ne çok küf kokuyor. Bu insanlara şaşıyorum ben. Aşk denilen şeyin karanlık tarafını yok saymaya meyyaller. Oysa aşkın karanlığı aydınlığından fazladır. O karanlık, etini ısırır adamın. Kurdeşen döktürür. Yatağa düşürür. Bütün hevesini kırar. İnsanlara şaşmak bir yana, çoğunlukla anlamıyorum da onları. Aldıkları yarayla yaşamanın bir yolunu buluyorlar her seferinde. Zamanla unutuyorlar hatta orada bir yaraya sahip olduklarını. Halbuki ne şu ne bu, yarasından ibarettir insan.

Yarasından ibarettir insan, burası kesin. Yarasını inkar etmek ya da unutmak yerine onun ince ince sızlamasına müsaade ettiği oranda olgunlaşır miskin Adem oğulları. O sızıya tapınmaksa çürütür insanı. Kangren eder. Onun bir arası, daha da doğrusu onun bir dengesi var. “İnsanın yarasıyla kurduğu ilişki aşka benzer en çok” demeye çalışıyorum aslında. Ama bugün yorgunum çok. Dilim dönmüyor.

Dilim dönmüyor. Dilim dönse senin orada, benimse şimdi ve burada olmamın yol açtığı şeyi tam olarak ifade edebilirim belki. Gerçi bunu istediğimden emin değilim. Bunu yapabilirsem, yani “o şeyi” anlatmayı başarabilirsem sen korkarsın benden, insanlar korkar. Ve korkarım ki ben de korkarım kendimden.

Korkarım kendimden zira şairin “korkunç hayallerim var” dediği yerin dibindeyim. Canım sıkılmıyor, çekiliyor canım. Afrika’da sahile vuran dalgaların med-ceziri gibi sevimli değil üstelik. Yenilmiş bir ordu usul usul dağlara çekiliyor gibi zor ve bir azgın deniz bir mülteci çocuğu kendine çekiyor gibi sert. Belki de bütün hikayem bundan ibarettir benim.

Belki de bütün hikâyem bundan ibarettir benim. Şairin “bu kadar, bu kadardı Akdeniz” dediği yerdeyim. Cesedim rıhtıma vuruyor. Etime yöneliyor tüm martılar. Bunu sorun etmiyorum asla. Ruhum bunca perişanken, bir kuşun yüzümden kopardığı bir parça etin acısını duymak ayıp geliyor çünkü bana.

#Hikaye
#Rıhtım
#Şair
#Kırlangıç
4 yıl önce
Rıhtımda
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi