|
Sarajevo mon amour

Üsküdar’a yağan yağmur, Kovaçi’ye de yağıyor. Duldada oturmuş yağmurun dinmemesini, bitmemesini dileyerek Meytaş’tan aşağıya umutsuz, yorgun ama mecburen hızlı adımlarla Sebil’e doğru yürüyen insanları seyrediyorum. Tramvaya biniyorlar ve indirimlerden faydalanarak Budva’ya yahut Antalya’ya tatile gitmeyi, eldeki para buna yetmezse hiç olmazsa evin tadilatına girişmeyi umut ederek usul usul işlerine gidiyorlar. “Ortanca kıza bir hayırlı kısmet çıksa bari” diye düşünüyor olmalı şu kadın. Beriki akşam yemek yapmak yerine Mahira’dan pizza almayı. Şu delikanlının derdi bambaşkadır bence. Avusturya’daki arkadaşı “iş ağır ama parası iyi” diyeli beri birkaç yıl gurbette çalışmayı, dönüşte küçücük bir işletme kurup turistlere incik boncuk satmayı tasarlıyordur. Hem böylece Senada’yla da bir şansı olabileceğini hesap ediyordur. Senada onun açısından bir çaresizlik biçimidir, ona şüphe yoktur. Çünkü kendisini vuran okun aynı şiddetle Senada’ya değmediğini, kendisinin alternatiflerden bir alternatif olduğunu biliyordur ta kalbinin derinliklerinde. Sadece birkaç yıl Senada için yetecektir. Ona öyle geliyordur. Birkaç yıl sonra “dükkanı tuttum, Zeljo’nun tam karşısındaki sokakta” dediğinde Senada’nın gözleri ışıldayacaktır. Emindir buna.

Üsküdar’a yağan yağmur Kovaçi’ye de yağıyor. Dün akşam tanıştığım o abinin yüzündeki huzurun kaynağını düşünüyorum. İnsanların o saçma tanımlarına göre iyi değil belki ama kesinlikle doğru yaşanmış bir hayatın huzurudur o. Çocuklarının kursağından bir tek haram lokma geçirmediğini bilmenin huzurudur. Kimsenin kalbini bile isteye kırmadığını, kimsenin tavuğuna gereksiz yere “kışt” demediğini biliyor olmanın, “elinin emeğinden” gayrısına dönüp bakmadığına emin olmanın huzuru. Dünyanın hiçbir parasıyla, hiçbir eviyle, hiçbir arabasıyla alamazsınız o huzuru. Gücünüz yetmez buna. “Ben bir çay yapayım” deyişindeki oturmuşluğu, görmüş geçirmişliği, olmuşluğu hissedememek olsa olsa sizin oturmamışlığınızla, olmamışlığınızla ilgilidir. O adam bin yıldır burada, Allah’tan gayrısının yalan oluşundan başka kaideye itibar etmeden, bir anıt gibi dikiliyordur Gazi Hüsrev’in bahçesinde. O “nasip” dediğinde, senin ve benim aksime, gerçekten “nasip” diyordur ve nasipten öteye herhangi bir yerleşim yeri olmadığını karşılaştığı bütün nasiplerde anlamıştır. Bütün çiğlikleri elinin tersiyle ite ite kavrulmuştur teni. Tam da “nasip”le.

Üsküdar’a yağan yağmur Kovaçi’ye de yağıyor. Küçük üçkağıtlarla, basit ayak oyunlarıyla “günü kurtardım” zanneden o ahmağı bile ıslatıyor yağmur. Doğrudur. Yaptığı kötülüğün kimseler tarafından anlaşılmadığını düşündüğü için ahmaktır o. İnsanların kendisine tiksinerek yahut acıyarak baktığını bilmediği için ahmaktır o. Dünyanın en güçlü, en muktedir, en bilmem ne adamı olduğunu düşünerek o sefil hayatını bozuk paradan bile hızlı harcadığını bilmediği için. Yüksek bir binanın en üst katından atlamanın uçmak olduğunu zannettiği için ahmaktır. Çarptığı betondan etlerini kazırlarken “nasıl da uçtum ama” diye düşünecektir de ondan ahmaktır.

Üsküdar’a yağan yağmur Kovaçi’ye de yağıyor. Hayatın saçlarını tarayan gizli eller var, inandım, eyvallah. “Sana kalbimden başkasını getiremem” diyen delikanlıların gizlice ağladığı köşeler var, inandım, eyvallah. “Sadece seni hissetmek istemişimdir belki” derken bütün ezberlerinden vazgeçtiğini bilen kızların dünyaya dalgın bakışları var, inandım, eyvallah. Telaşsız, gailesiz, tasasız bir günün sonunda gözlerini tavana dikip o derin boşlukla kol kola sabaha ağan adamların iç çekişlerinin ne olduğunu çok iyi bilen başka adamlar var, inandım, eyvallah. Ve belki bütün bunların ötesinde bütün imkanları imkansız bırakan bir imkan, güzelliğiyle bütün umutları kıskandıracak bir umut ve insanı deliye döndürecek kadar delice bir ihtimal vardır, inandım, eyvallah.

Üsküdar’a yağan yağmur Kovaçi’ye de yağıyor. Aliya’nın mezarının etrafında döne döne Kur’an okuyan o yaşlı bilgenin dizinin dibine çökmek de bir ihtimal. Oğlunu, kızını, eşini bir Sırp bombasına vermiş o dilenci teyzenin “daha kaç gün buradasın” diye sorarken yüzümü oğlunun yüzü zannedip okşaması da bir ihtimal. Bir dostla kimsenin bilmediği bir soteye çekilip hayatı ve içindekileri konuşurken

ah etmek de bir ihtimal.

“Hay” diye çığırıp “Hu”

diye düşmek de bir ihtimal.

Üsküdar’a yağan yağmur Kovaçi’ye de yağıyor. Ne istediğimi biliyorum tam şu an. Ne istemediğimi biliyorum tam şu an. Ve bu eşsiz anın niçin eşsiz olduğunu biliyorum

tam şu an. “Kafa” diyorum

şol demde, “şekersiz lütfen.”

#Aktüel
#Toplum
#İsmail Kılıçarslan
9 ay önce
Sarajevo mon amour
Kara dinlilerle milletin savaşı
Turizm uğruna
Mermer atıklarının muhteşem geri dönüşümü
Tasarruf sandığı
ABD-Çin rekabetinde popülizm, korumacılık ve ulusal güvenlik