Ondan bir önceki gün Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu,
.
Rakka operasyonunda ABD askerlerini YPG armalı üniformalarla gösteren
, Ankara-Washington hattında PKK-PYD merkezli yeni bir gerilim üretti.
Ankara'nın
tepkisine ABD'den gelen cevap, her zamanki gibi pişkince oldu.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner
.
Peki neden böyle oluyor?
ABD, YPG'nin, son dönemde kamufle edilmiş haliyle SDG'nin, PKK ile olan organik ilişkisini, Kandil'den giden militanların bu yapıyı da yönettiğini bizden daha iyi bildiği halde, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun ifadesiyle neden
bir tutum sergiliyor?
Cumhurbaşkanı'nın da işaret ettiği gibi, arka planda, başka şeyler söyledikleri halde, Türkiye'ye başka sözler verdikleri halde, yapılan görüşmelerde YPG'nin güvenilmez olduğunu dile getirdikleri halde, neden
açıklamasını yapıp duruyorlar.
ABD adına demeç verenlerin konuşmaya değer bulunulabilecek temel tezleri şu: Bizim önceliğimiz DAİŞ'in Suriye ve Irak'tan koparılıp atılması. Bunun için en ciddi savaşı YPG veriyor.
Peki gerçek öyle mi?
Hayır değil.
YPG, eşit şartlarda karşı karşıya geldiğinde, ne DAİŞ'in, ne de diğer ılımlı Suriye muhalefetinin karşısında tutunabilecek güce ve cesarete sahip değil.
2014'de Kobani örneğinde bunu gördük.
DAİŞ, birkaç gün içinde YPG'yi hallaç pamuğu gibi atıp, darmadağın etmişti. Örgütü bu hüsrandan imdada yetişen ABD uçakları kurtarmıştı.
Halbuki, ABD yönetimi aynı desteği almaları halinde DAİŞ'e karşı YPG'den çok daha başarılı olacakları ortada iken, ılımlı muhalefeti çoğunlukla görmezden geliyor.
Görmezden gelmese, Ankara ile böyle bir gerilim yaşanmayacak.
YPG'ye verdikleri desteğin yarısını Türkiye'nin desteklediği gruplara verseler, DAİŞ şimdiden Suriye topraklarından kovulmuş olurdu.
Dolayısıyla şunun adını koyalım.
ABD'nin
argümanı, bir realiteden çok, bir tercih meselesi olarak karşımızda duruyor.
Ankara'yı rahatsız eden temel nokta da burada düğümleniyor.
Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu rahatsızlığı bir süre önce en yalın haliyle dile getirmiş,
resti çekmişti.
Bütün bu tepkilere rağmen ABD sözcüleri
demeye devam ediyorsa, hüküm vermek için geriye tek bir seçenek kalıyor demektir.
ABD, Türkiye Suriye sınırını PKK ve müttefikleri üzerinden Türkiye'ye kapatmak istiyor.
Amaçları şu: Suriye sınırında boylu boyunca bir PKK haritası çıkarıp, bizimkilere buradan öteye geçemezsiniz diyecekler.
Sonra da yine PKK eliyle bu haritanın sınırlarını yukarıya doğru, Türkiye'nin Güneydoğu'sunu kapsayacak şekilde genişletmeyi deneyecekler.
Bu stratejinin bir üst ölçekteki adı şudur:
Türkiye'yi soğuk savaş sınırlarına kapatıp, o dönemde olduğu gibi uzaktan kumanda ile yönetilir bir ülke haline getirmek, rol üstlenen değil, rol verilen bir ülke haline dönüşmesini sağlamak.
Ortadoğu halklarının Erdoğan ve Ak Parti üzerinden Türkiye ile kurduğu duygusal bağı ve yakınlaşmayı boğarak, (bu bağ canlılığını halen koruyor) 100 yıl önce olduğu gibi, suni sınırlarla yeniden birbirinden koparılmış halklar, ülkeler kurmak.
Ankara'nın yapmaya devam ettiği, etmesi gereken tek bir şey var.
Direnmek, direnmeye devam etmek.
Suriye sınırının 98 km uzunluğu, 40 km derinliği ile ilgili bölümüyle ilgili kırmızı çizgilerin ilan edilip, cümle aleme duyurulması iyi oldu.
Zaten imkan bulduğu anda kulağının üstüne yatmak için fırsat kollayan Washington yönetimi ile Temmuz ayında bu bölgeyle ilgili açıklanmamış bir mutabakat da sağlanmıştı.
O mutabakat yerli yerinde duruyor.
Buna rağmen kırmızı çizgi ilan edilmemiş olsaydı, şimdiden o sınır çoktan kapatılmış olurdu.
Cumhurbaşkanı'nın, Dışişleri Bakanı'nın
meselesinde olduğu gibi yüksek perdeden tepki vermeleri de iyi oluyor.
Neden derseniz, 'Arma' deyince Amerikalılar, unutmak istedikleri Temmuz anlaşmasını bir kez daha hatırlamak zorunda kaldılar.