|
Ruhların ömrü ve ölümü

Ölüm dikkati olan tek canlı, insandır. Ölüm dikkati, ömrün encamını belirleyecek olan en önemli psikolojik unsurlardan biridir. Ömrün gidişatını o dikkat belirler ve kontrol eder.

Yahya Kemal her ne kadar:

İnsan bilir cihanda nedir ömrünün sonu;

Ömründe bir dakikacık etmez hayâl onu.

Dese de ömrün ölüm olan o acı sonunu değil de zevk veren fasıllarını anmayı tercih eder; belki de bu yüzden ölümü unutmak için kendi kendine: “Zikre lâyık bahsi ancak zevkidir ömrün Kemal!” der. Yine belki de bunun için:

Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi,

Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi.

Yani, hayattan zevk alma yetisini kaybetmektir, en feci iş, demek ister gibidir. Tasavvufun “ölmeden evvel ölmek” düsturundan uzak bir telakkidir, bu. Belki de, “Ölüm, duygulardan yoksun kalmaktır”, diyen Epicure''ün kastettiği ölümdür bu. Bu yüzden şâire:

“Fâni ömür biter bir uzun sonbahar olur,

Yaprak çiçek ve kuş dağılır, târumâr olur.” dedirten ömrün hüzün mevsimi, bütün zevk alma hassalarını kaybettiği için:

“Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç;

Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç!” dedirtmektedir. Şâirler, ilhamlarında toplumlarına ayna vazifesi görürler. O, aynada toplum da yansır, görenler için.

Dergâhlar, tekkeler ve zaviyeler bir medeniyetin kendi toplumuna, ölüm idrakiyle beraber, ömür sürme şuurunu, şeklini ve töresini kazandırma ocaklarıydı. O ocaklar sönünce medeniyet de söndü. Medeniyetini kaybeden toplum da öldü.

Ömrün merkez noktası, kaynağı kalp, tekke terbiyesiyle en güzel kıvama eriyor, nefsin ve cismin ruha açılan kapısı ve penceresi oluyordu. Bu oluşun ustaları pirler, birer kalp uzmanıydılar. Kalp nasıl çalıştırılır, ruh nasıl işletilir, öğretirlerdi. Ömrün nasıl kullanılacağını, plan ve programlarıyla bildirirlerdi. O ustalar ve onların ocakları kaybolup gidince de toplum sahipsiz ve sıhhatsiz kaldı. Sağlığını, hayatiyetini kaybetti. Kalp hastalıkları ve kalp hastaneleri arttı. İnsanların çoğu kalpten gidiyor. Kalp krizi denilen ani ölümler de ömrün encamını tehlikeye sokuyor.

Ölmezliği başkasında arama

Sevmek inanmaktır Allah''a

Ömrümüz çözülen bir yumak

Ki sarılmayacak bir daha

Diyen meçhul şair, çözülen ömür yumağından bir ruh libası örüldüğünü bildiği için tekrar sarılmayacak diyor. Örülen o libas, ya cennet ya da cehennem modeline göre örülmüş bir libas olacaktır. Öldükten sonra, öbür tarafta onu giymek için gitmiş bulacağız kendimizi. Ruh libasımızın modeli, şekli bizi uygun olduğumuz yere konduracaktır. Buyur, sen giyiminle cennet ehli görünüyorsun; haydi ait olduğun yere diyecekler. Bütün dergâhlar, mensuplarına cennet modelli ömür libasları dokuyan, biçen, giydiren ruh oluşum evleriydi. O ruh libaslarının mekiği kalb, ipliği nefes; deseni zikir, fikir ve şükür; rengi ise aşktı.

Tekkelerde, ömür sermayeleri asıl sahibine satılıyor ve mukabilinde cennet alınıyordu. Ömrü veren böyle istiyordu. Çünkü canlar, ilâhî idi. İnsanı bu ilâhilik şuuruna erdiren de ruh ocaklarıydı. Bu ocağın Pirlerinden Yunus bunun için şöyle der:

Ko ölmek endişesin âşık ölmez bâkidür

Ölmek senin nen ola çün cânun ilâhîdür

Yunus bu kemale Taptuk''un tapusunda, yani dergâhında ermişti.

“Tevbesiz ömür, baştan başa can çekişmedir”, diyen Hz. Mevlana, hamamda derileri sarkan, kemikleri iyice belirmiş vücuduna bakarak: “Ruhumun selameti için seni böyle bırakmaya mecburum.” deyip zühd ü takva ile bedenine tevbe mi ettiriyordu? “Riyazatla bedenin ölmesi, diriliktir; bedene zahmet vermek, canı ölümsüzlüğe ulaştırmaktır.” Diyen yüce Pir''in dostlarına vasiyetleri arasında az yeme, az uyuma ve az konuşma da vardı, çünkü.

Tekkelerin bu kutup yıldızları, toplumların manevi tabipleriydiler. Ölümden sonrasına bakan ruh doktorlarıydılar. Ömür sermayesi nerede, nasıl kullanılır, en kârlı şekilde nasıl işletilir, insana bunu öğretir, bunun plan ve programını verirlerdi. Toplum, onlardan mahrum kalınca, dünya sokağında kimsiz kimsesiz kalan yetim çocuklar gibi ruh sefaletlerinin ve fukaralıklarının kucağına düştü. Hapishaneler ve hastaneler dolup taşar oldu. Mahkemelerde dosyalar kabardıkça kabardı ve davalara bakılamaz oldu. Ruh mücrimleri yargısız, hükümsüz salıverilir oldu. Toplum çözülüp dağıldı. Her dilden, her renkten insanı bir arada tutan RUH yok olunca; o ruhu besleyen inanç, aşk, şefkat, merhamet, itimat, emniyet, ümit gibi nice değerlerin kaynağı kurudu. Bu ruh çölleşmesi, fertleri ve gurupları seraplar peşinde perişan etti. Sonsuzluğa kapalı, günübirlik, serap dolu sığ bir hayatın mahkûmu bir toplumda ruhlar çürüdü, sadece nefisler ve cesetler yürüdü. Onulmaz nice çöl hastalıklarıyla da insanlığı sildi süpürdü.

Bizi bu ruh çölünden çıkaracak, bize unuttuğumuz ömür sermayesinin işletme ilmini, ahlakını kazandıracak, bizi yine Kalbin zümrüt tepelerine götürecek asrın Musaları ve İsaları gelmeden toplumun sağlığına kavuşması muhal görünüyor.

Yoksa onlar var da nefsimizin işine mi gelmiyor?

13 yıl önce
Ruhların ömrü ve ölümü
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset