|
Türkiye meselelerini nasıl çözer?

Küresel güçlerin yaşadığımız coğrafi bölgeye yönelik uzun veya kısa vadeli operasyonları bilinmeyen bir gerçek değil. Ortadoğu coğrafyasının birkaç asırdır edilgen bir konumda olduğu da aşikar. Eskinin Düvel-i Muazzaması bugünün süper devletleri teknolojinin gücünü geliştirip kullanarak dünyanın ücra bölgelerine yönelik projeler geliştirebiliyor, müdahalelerde bulunabiliyor. Bölgemizdeki tüm ülkeler bu edilgenlik dahilinde müdahalelere açık olabiliyor.

Türkiye bölgesinde önemli bir güç odağı olmasına karşın yine de bu durumlara maruz kalmaktan hâli değil. 1774 Küçük Kaynarca Muahadesinden beri büyük devletlerle ittifaklara girmeden devlet olarak ayakta kalma şansı azalmış bir coğrafyada bulunmaktayız. Bugünkü dünya dengeleri içinde ayakta kalıp varlığını sürdürebilme, gelişebilme imkanlarının kısıtlı olduğu bir hakikat. İki asrı aşkındır büyük badirelerden geçildi. İmparatorluk zevale uğrayarak dağıldı. Rumeli tümü ile kaybedildi. Irak Suriye ve Arap yarımadası elden çıktı. 1920"lerde Lozan"da çizilen sınırlara dayalı imparatorluk mirasını red ve inkar üzerine dayalı bir ulus-devlet kuruldu. Dışarda önce Lozan, sonra NATO gibi ittifaklarla toprak bütünlüğünü garanti eden devlet, toprakları imparatorluk bakiyesi olmasına rağmen üzerinde kurulan ulus-devlet yapısı içeride büyük toplumsal fay hatları ve bunalım noktaları oluşturdu. Müslümanlık gibi toplumun varlığının en temel kimliği, sekülerlik/laiklik adına devlet eliyle sopalanıp zayıflatıldı. İnşa edilen yeni Türk ulus kimliği dayatmaları ise, anadili Türkçe olmayan Müslüman unsurları sürekli acıtıp, baskı altına alan bir karakter arzetti.

Rivayete göre, İsmet İnönü, Lozan Muahadesi imzalanınca "80 yıl daha kazandık" demiş. Ancak bu 80 yılda maalesef, Türkiye Lozan"ın üzerine bir taş koyamadı. Fırsat olarak nitelendirilen seksen yıllık dönem, Tek-Parti dönemi resmi ideolojisinde ısrar ve askeri darbeler ve siyasi ihtiraslarla neredeyse heba edildi. Soğuk Savaş döneminin, İki Kutuplu Dünya sisteminin çöküşünün ardından, Türkiye"nin içinde bulunduğu ittifakların konsepti ve bölgedeki statüsüne ilişkin bakış açıları değişim gösterdi.

Eş zamanlı olarak Türkiye"de Kürt Sorunu, Alevilik sorunu gibi sosyo-politik sorunlar iyice açığa çıkarak sorunlar yumağı iyice büyüdü.

Son dönemlerde Ortadoğu/Bölgeye ilişkin yeni projeksiyonlar, Tunus"ta başlayan ve buradan Irak"a kadar süregelen çatışma ve kaos, bölge dengelerini alt üst eden bir rol oynamaktadır. Bu durumda Türkiye"nin yeni arayışlara girmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. İkinci Cihan Harbi sonrası, Soğuk Savaş dönemi statükosu içindeki gibi Türkiye"nin ila nihaye çevre ülkelerdeki olaylardan bağımsız surette "İstirar Adası" olarak, o statüde, kendini muhafaza edebilme kabiliyeti mümkün görünmemektedir. Dolayısıyle, Turgut Özal döneminden beri süregelen yeni arayışlar önem arzetmektedir. Özellikle, Suriye"de süregelen iç savaş ve kaosun, Mısır"daki askeri darbenin Türkiye ve çevre ülkelere olası etkileri hayati bir öneme haiz"dir. Türkiye"nin Soğuk Savaş dönemi öncesi çevresine, bölgesine kapalı bir konuma dönme şansı ve zemini de yoktur. Ancak Özal sonrasındaki, askeri vesayet müdahaleleri yeni arayışlarla ilgili bir hayli zaman kaybettirmiştir.

Türkiye bu süreçte, bölgesinde büyüme ile, iç sorunları arasında ikilem içinde kalmıştır. Bir tarafta Kürt sorunu, vesayet sorunu, Alevilik sorunu gibi sorunlarla karşı karşıya kalırken, diğer yandan artık bölgesine bigane kalamayacak, Ortadoğu ve Balkanlar üzerinde siyaset/strateji geliştirmek zorunda . Yeni durum bir zamanlar kendisine haram kılınan coğrafyayı, Türkiye"ye adeta vacip kılmıştır. Ancak, Suriye ve Mısır"daki olayların gelişimi, Türkiye"nin bu yeni jeo-stratejisini tehdit ettiği gibi, içerideki sorunların da daha çetrefilli bir duruma dönüşmesine yol açmaktadır.

Türkiye"nin, -Jön Türkler dönemindeki gibi maceralara asla girmemek şartıyla- elini bölgeden çekmemesi gerekir. Ayrıca, Kürt sorunu ve Alevilik gibi toplumun fay hatlarını oluşturan, Resmi İdeolojinin enkaz olarak bıraktığı sorunların, yüksek Strateji, bilgelik ve adaletle çözümü yolunda ilerlenilmesi esas olmalıdır. Sorunlar çözümsüz kaldıkça, çözümü geciktikçe çok daha fazla kronikleşmekte ve toplumsal bunalımı artırmaktadır. Bu yüzden, daha kucaklayıcı, gerçek merhametin yansıdığı, adaletin esas olduğu çözüm yolları ve söylemlere ihtiyaç vardır.

11 yıl önce
Türkiye meselelerini nasıl çözer?
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi