|
Bir Müslüm Gürses hikayesi
Sıcak. Kalabalık. Korna sesleri… O da çok yorgun. Yirmili yaşlarında bir gençti oysaki. Bir ara sıkışan trafiği fırsat bilerek, elleriyle yanında beliren taksinin arka camına vurdu. Taksideki müşteriyle göz göze geldiler. Adam camı indirdi, yüzü gözü şiş ve yara bere içinde, sıfır traşlı bu genci inceledi.

Genç “ Taksinize binebilir miyim, gideceğiniz istikamete beni de götürür müsünüz?” diye sordu. Taksideki adam, belli ki gencin durumuna üzülmüş, ona yardım etmek istemişti. Teklifi hiç düşünmeden kabul etti. Usulca taksiye binen genç, sahne aldığı gece kulübünden çıktığını ve eve gideceğini anlattı. Ayrıca dün çok feci bir kaza geçirdiğini ve öldü denilerek morga kaldırıldığını; ancak bu durumun kendi çabasıyla fark edildiğini ve daha sonra tedavi gördüğünü anlattı.

Genç anlattıkça, taksici ve içerdeki adam olanları şaşkına dönmüş bir şekilde dinliyordu. Sonra gideceği yerin yakınına geldiler ve genç adam lafını aniden kesip “bu köşede inebilir miyim?” dedi. Ve minnetle… gecenin karanlığında kayboldu.

Yüzü yara bere içindeki bu adam, 7 Mayıs 1953'te Şanlıurfa'nın Halfeti ilçesinin Fıstıközü köyünde, kerpiç bir evde dünyaya gelmişti. Ailesi, o henüz üç yaşındayken, ekonomik sebeplerden dolayı Adana'ya göç etmiş; fakat şansları orada da yaver gitmemişti. Bir süre sonra annesini ciddi bir rahatsızlık sebebiyle kaybetmişti. Sonrasında ne yazık ki kardeş acısı da yaşamıştı.

Tüm bunlar olurken daha 12 yaşındaydı. Olumsuz koşullarda başlayan hayatı, öyle de devam etmişti. Bu durum; onu suskun, kendisini pek de ifade edemeyen bir halin içine sokmuştu.

Hiçbir şeyin ilgisini çekmediği bir anda müzikle tanıştı. Şarkı söylemeyi çok seviyordu. Belki de duygularını en iyi bu şekilde dile getiriyordu. Artık her yerde şarkı söylüyordu. Yıllar sonra bunu şöyle izah edecekti:
“Adana sıcak olur… Ve sıcak yaz geceleri bunaltıcı olduğu için damda yatardık… Ben dama çıkıp sırtüstü uzanınca, yıldızların altında bir hoş olurdum… Ama babamın korkusundan içimden şarkı söylemek gelse de, sessiz kalır okuyamazdım.”
Babası hiçbir şekilde müzikle ilgilenmesini istemiyordu. O da bir süre müzik dışında terzi kalfalığından kunduracılığa kadar pek çok farklı meslekte çalıştı. Bir süre sonra babasından gizli olarak Adana'nın önemli çay bahçelerinde şarkı söylemeye başladı.

O 1967 yılında yani daha 14 yaşındayken Aile Çay Bahçesi'nde düzenlenecek olan yarışmaya katılmak istedi. Babası bu konuda kararlıydı. Onun hiçbir şekilde müzikle ilgilenmesini istemiyordu. Hatta sırf o yarışmaya katılmasın diye gece uyurken makasla oğlunun saçlarını kesti. Sabah kalktığında saçlarının kesildiğini gören genç berbere gidip saçlarını üçe vurdurttu. Elbette kolay pes etmeyecekti. Kendisine bir kıyafet bulup yarışmaya katıldı ve hayalini kurduğu sonuca ulaştı: birinci seçilmişti.

O güne kadar adı Müslüm Akbaş'tı. Bu yarışmadan itibaren Müslüm Gürses olarak anılmaya başlandı. Bir yıl daha bu çay bahçesinde şarkı söyleyen Müslüm, aniden müziği bırakıp terziliğe geri döndü. Elbette sebep, onda saklıydı. Aradan uzun bir süre geçmemişti ki Mehmet Genç adında bir arkadaşı ona bir teklifte bulundu. Mehmet; İzzet Altınmeşe'nin kardeşi Sadık Altınmeşe'ye bağlama çalıyordu. Teklifinde: “Sadık hastalandı, bu akşam gazinoya sen çıkacaksın” diyordu. Apar topar hazırlığını yapan Müslüm, o gece sahneye çıktı. Aslında bu, onun müziğe tamamen dönüşü için de bir adım olmuştu.

Müslüm Gürses, her ne kadar 1967 yılında müziğe başlamış olsa da, ilk arabesk şarkılarını 1971 yılında “Ben İnsan Değil miyim?” albümüyle okumaya başladı. Elbette başarıları ona şöhretin yolunu ardına kadar açmıştı. Albümleri ardı ardına geliyor, Anadolu'nun her yerinde konserler veriyordu. Turnelerin ardı arkası kesilmiyordu. 1978 yılında, gerçek manadaki ilk arabesk albümünü ve en çok sevilen şarkılarından birini yaptı: Esrarlı Gözler

1978'de yine bir konser sonrasıydı. Tarsus'tan Adana'ya gidiyorlardı. Şoförü uyuyakalmıştı. Bir kamyona arkadan çarpmışlardı. Şoförü ölmüş o ise hayatta kalmıştı. Bu kazada, Müslüm'ün alın kemiği parçalandı, kör olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Hastaneye zamanında götürülmediği için öldü diye morga konmuş; fakat zoraki kıpırdanışlarıyla ölmediğini son anda hissettirebilmişti. Alın kemiği un ufak olduğu için beynini koruyacak bir plaka taktılar. Kazanın etkisi ne yazık ki bunun sınırlı kalmadı. Bundan sonra ciddi baş ağrıları başlamış, konuşması da oldukça yavaşlamıştı. Ayrıca koku alma duyusunu ve yüzde elli işitme duyusunu da yitirmişti.

Kaza ondan birçok şeyi alıp götürmüştü; ancak onun için farklı bir dünyanın kapısı da aralanmıştı. Bundan sonraki dönemlerde okuduğu şarkılarının esas konusu hep kader, hüzün ve ölümdü. Bedeni ciddi derecede tahrip olduğundan Müslüm Gürses, şarkılarının ruhunu daha çok yansıtıyordu artık. Onun dediği gibiydi hayat: “
Eskiden dedeler varmış, önce çilehaneye girer çile çeker, unvanlarını sonra alırlarmış. Biz de bu hayatın acısını çekmek için geldik, çekeceğiz.”
Böylece gerçek Müslüm Gürses hikâyesi başlamış oluyordu.
#müslüm gürses
#konser
#hikaye
8 yıl önce
Bir Müslüm Gürses hikayesi
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler