Eh, ‘Oksijen’ de ‘Orta güçlerin yükselişi başladı’ diye manşet attı, hatta yazı dizisine bağladı ya.. Artık sırt yere gelmez…
Malum, haftalık mevkute Türkiye’de liberal akılların son sığınağı. Tabii kendileri yazmamış. ‘Financial Times’dan (FT) iktibas etmişler. Yoksa elleri varmaz. ‘Bravo’ dediğimiz, küresel işlerde nihayet gariplik fark edip, bir tür yüzleşme ruh haliyle ‘manşete alalım’ kararlarıdır. Bunca zaman Batı’nın her dediğinde boncuk aramaktan ferasetleri körelmiş sanıyorduk…
İnşallah liberalizm/neo-liberalizmin can çekişmesiyle ‘orta güçlerin yükselişi’, sonunda da seçimleri neden kaybettikleri arasındaki bağı da anlayacaklar ümidindeyim. (Hoş, Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın 27 Nisan tarihli, ‘Amerikan Ekonomik Liderliğinin Yenilenmesi’ konuşması zaten onlara mesajdı.)
‘Yüzyılda bir yaşanabilir’ dedikleri yaşanıyor ama farkındalıkları taze. Hani, Quentin Tarantino’ya sormuşlar, ‘filmleriniz neden bu kadar kanlı’ diye, ‘daha eğlenceli’ demiş. Bizim de yeni hallerini izleyişimiz öyle!..
İster FT özelinde ister Batı medyası/aydını genelinde olsun, “orta güçler/orta boy devletler” tarifi yeni değil, ilk tökez yeri burası…
Basit yaklaşıyorlar; ‘ABD ve Çin arasındaki rekabet düşmanlık boyutuna ulaştığından, dünyada iki/çok kutup arasındaki ayrım arttı, orta boy ülkeler için fırsatlar yarattı, onlar da bunu kullanmanın yollarını arıyorlar’. Meali bu. Sığ.
Küresel dönüşümün stratejik boyutlarının yeryüzü dengelerini değiştirmeye başladığını kabul ediyorlar.. Ama klasik ‘orta boy’ tarifini güncelleme ihtiyacını görmüyorlar?
BRICS’in son zirvesinde olanların mesela G20’nin gücünü düşürebileceğini seziyorlar, görmüyorlar, fakat ‘baş edemezler’ diyorlar. Ama 2023-24-25 yıllarının G20 başkanı hangi ülkeler olacak diye merak dahi etmiyorlar…
Kimi batılı siyaset bilimcilerin, “Orta’ sözcüğü bu ülkelerin ağırlığından ziyade ABD-Çin arasındaki konumlarını ifade ediyor” tarifi çok eksik. Sebep-sonuç ilişkisinde elbette gerçekliği var ama iki güç arasındaki ihtiyaç cephelerini kendi çıkarları yolunda tahkim etmek kabulüne, yani yine aynı fırsatçılık tanımına yaslanıyor…
Oysa bu ülkeler salt konvansiyonel/taktik faydaları aşan adımlar atabilirler, küresel çapta stratejik sonuç üretebilirler ve/veya bunu tetikleyebilirler. Türkiye’nin Ukrayna savaşındaki, Azerbaycan-Ermenistan krizindeki politikaları gibi.
Türkiye-Suudi Arabistan ilişkisi hemen akla gelebilir ama hiç düşünülmeyen Kenya’yı, Azerbaycan’ı buraya ekleyin bakın nasıl bir sinerji ortaya çıkıyor! Veya Libya-İsrail ilişkisini!..
Türkiye, Suudi Arabistan, İsrail, Almanya (!), Endonezya hatta Hindistan tamamdır, tamam derken hepsinin gel-gitleri çoktur ama sayılabilir. Başkaları da var ve bunların arasındaki potansiyel, geometrik çarpan etkisi yaratır…
Yeni nesil ve klasik orta boy güçlerin ABD ve Çin’e bakışlarını tekrar billurlaştırmakta fayda var. İkisine de güvenmiyorlar. Daha doğrusu tamamen güvenmiyorlar. Temkinliler. Fark, ikisi arasında ABD/Batı’ya daha çok güvenmiyorlar! Resmi söylemlerine de sık yansıyor. Yoksa kimsenin gidip Çin-Rusya kutbuna asker yazıldığı yok.
Doğu’nun yükselişine ilişkin kaygıların katılaştığı son yılların getirdiği “bugünkü” sonuç, Rus-Çin ilişkilerinin, tüm tarihi gerçeklere ve akademik/diplomatik yerleşik okumalara rağmen-ki, çoğu yine Batı orijinlidir-ilerlemesini sürdürdüğü yönünde. Doğu atımlı uluslararası organizasyonlar üzerinde etkisi diğerlerinden fazla.