‘Zirvelerin zirvesi’ olarak lanse edilen ‘NATO Liderler Zirvesi’nin tarihi yaklaştıkça, ittifak üyeleri ve ‘sahiplerinin’ İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğine ilişkin hayal kırıklıkları artıyor…
Batı’nın en ‘maskulen’/silahlı örgütü NATO’nun sesi Jens Stoltenberg’in hafta başında yaptığı “illa bu zirvede üye olmaları şart değil” mealindeki açıklamaları ‘incelmeyi’ gösteriyor…
Aynı Stoltenberg tam bir ay önce iki ülkenin adaylık başvurularını, “kaçırılmaması gereken tarihi bir an” olarak selamlamıştı…
Bu ricatı, Türkiye’nin haklı taleplerinin karşılığı, yıllardır çektiği acıların ‘intikamı’ olarak daha duygusal bir pencereden izlemek isterseniz kimse size karşı çıkamaz. Ama yaşanan stratejik gerçeklik daha iridir!..
***
Rusya, Şubat’ın son haftası savaşa girişmeden evvel, yılbaşında Batı’dan bir takım güvenlik garantileri istemişti hatırlayacaksınız.. Yani savaşın nedeni Batı’nın sürekli Moskova’nın üzerine üzerine gitmesiyse, alev aldığı yer, Rusya’nın ‘NATO’nun daha fazla genişlememesi’ talebiydi. Bunun karşılığı/cevabı ise işte İsveç ve Finlandiya’nın ittifaka katılımının sağlanması, NATO’nun inadına genişlemesidir!
Yine anımsayalım, bu iki ülkenin NATO’ya katılımı ABD tarafından; “tam desteğimize sahipler” denerek karşılanmıştı. Şimdi gelinen noktayı NATO ve ABD’nin görmemesi mümkün mü? Peki, Washington ne hissediyor? Sessizliğini herhalde gözlemliyorsunuz. Yutkunmaya çalışanlar da olur o suskunluk…
Türkiye’nin tavrına karşı öyle vurdumduymaz ve rahattılar ki, Ankara’nın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk açıklamalarına, mesela, “başvuruları izliyoruz ama olumlu fikre sahip değiliz”e bakmadılar bile.
***
Türkiye tavrını ortaya koyarken elbette hassas terazileri kullandı. NATO ve ABD’nin karşı adımlarını kestirmeye çalıştı, Montrö’yü iki tarafa da işletti, Suriye harekâtını sadece uygun şartlar nedeniyle değil, ‘yardımcı unsur/pekiştirici’ olarak geliştirdi. İttifak’ın diğer yarısı Avrupa başkentlerindeki gizli gündemleri, ABD’ye, İngiltere’ye bakışlarını anladı, Almanya-Fransa-İtalya üçgenini gördü.
Şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “iki ülkeden de Türkiye’nin haklı beklentilerinin karşılandığı somut adımlar görmeden, terörizmle mücadele ve savunma sanayii işbirliği konusunda paradigma değişikliğine gidileceğine dair yazılı taahhütler verilmeden süreçte ilerleme sağlanamayacağını” söylemesinden de ‘heyecanlananlar’ var.
‘Yazılı bir taahhüt’ün yeterli/güvenilir olacağını söyleyenler de var, tersini savunanlar da.. Hatta, ‘NATO versin güvenceyi’ diyenler de mevcut. Neticede karar Ankara’ya ait ama “iki ülke ne yaparsa yapsın üyelik verilmesin, en azından Kasım’ı görelim” (ABD Kongre seçimleri) fikrinin savunucuları da çok…
Batı Ukrayna’da ‘uçuşa yasak bölge’ ilan edilebilir!
Ancak savaşın sonucu Rusya lehine olursa NATO’nun işlevsizliğinin ispatı olacak. Afganistan’dan sonra ABD buna göz yumamaz. Seçim öncesi iyice berbat bir durum çıkar ortaya. Bu yüzden, kulaktan kulağa fısıldanan bir fikre NATO zirvesinde destek arayabilirler…
Batı Ukrayna’da ‘uçuşa yasak bölge’ ilan etmek. Anlamını en iyi biz biliriz bunun. Ukrayna bölünür ve Polonya gibi ülkeler duruma vaziyet eder, Moldova’ya sıçrar, Almanya ısırmaya başlar…
6’lı masanın 8’inci üyesi: TÜSİAD…
“İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri konusunda Türkiye’nin dile getirdiği sıkıntı ve taleplerin müzakere yoluyla, karşılıklı anlayışı geliştirerek,
ümit ediyoruz” dedi TÜSİAD…
Mide kaldırıcı bir yerdir…
İnsan merak ediyor, 1980’de Türkiye Yunanistan’ı Amerika’nın sözüne inanarak tekrar NATO’ya kabul ettiğinde TÜSİAD’ın fikri neydi acaba? ‘Aklınıza sağlık paşam’ demiş olabilirler mi?..