Çoğul ekinin sebebi sadece bizde değil ‘komşuda’ da seçim olması. İki başkentle normalleşme zor; biri Atina diğeri Washington. İlki zaten taşeron…
Kendi sahamızdan başlatarak açıklayalım; Ankara bir süredir arasının limonî hatta berbat olduğu ülkelerle ilişkilerini derleyip-toparlama adımları atıyor. Bu kendi başına veya karşılıksız bir girişim değil…
Bölgesel konjonktür ve küresel dinamiklerin etkileri de, yani kıvam da buna imkân yaratıyor. Artık hep birini izah etmeyelim; Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail, Ermenistan, biraz ite-kaka gitse de Mısır, nihayet Suriye…
Bu ülkeler içinde tam ‘normalleşmenin’ zor olduğu ülkeler de var. İsrail ve BAE gibi. Libya’da, Suriye’de hatta 15 Temmuz’daki rolü nedeniyle. Şimdi de her şey güllük gülistanlık değil zaten…
“GEREKİRSE ‘ŞEYTAN’LA BİLE BARIŞMAK LAZIM”CILAR…
Türkiye’de iki kesim normalleşmelere bakarken, biri ya toptan ve şartlara körleşerek sarılıp, öpüşüp-koklaşmadan yana. Her adımda, “biz dememiş miydik” diyorlar. Ki, dış politika mekaniğinin tek çarkı döndüğünde tüm makinayı çalıştıracağını varsaymaktır bu. Çapsız bir uluslararası ilişkiler bakışıdır. Zamanı, mekânı, olayları ve çıktılarını etkileyen çoklu, katmanlı ilişkileri yok sayar. Mesela, Türkiye-Arabistan yakınlaşmasına bakarken, “para lazım da ondan” sığlığında batıp, Riyad-Washington ilişkilerindeki değişimi görmezler, düzeltiyorum; bilmezler. Ve iç siyasetteki duruşlarında, ünvanları ne olursa olsun muhakkak örtülü muhalefet vardır…
Tabii ki bu kaygıya kulak vermeliyiz…
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ ‘METRONOMU’…
Türk dış politika yürütmesinin bir temposu var. Genelde eş zaman aralıklarıyla tekrarlanan ritmi duyabilirsiniz. Burada yaşanan herhangi bir değişiklik size a-ritmi gibi gelebilir. Oysa müzikteki metronom gibi ayarlanabilir bir hızdır bu…
Eğer birinci kesimdekiler gibiyseniz, bu değişikliği, Ankara’nın değişen şartlara plansız/hesapsız yanıtlar verdiği şeklinde yorumlarsınız. İkinci kesimdeyseniz, şimdiye kadar doğru işler yapan dış politikanızın saptığından endişelenebilirsiniz…
İkisinin de-niyetleri farklı olmasına rağmen-doğru olmadıkları, en azından eksikleri bulunduğunu yazabiliriz. Şu anlaşılmasın; geçtiğimiz 15 yıl içinde Türkiye’nin yanlış adımları olmadı mı? Çok. Bir kısmı hâlâ tartışılıyor. Yapılan kritikler içinde doğruluk payı olanlar da var.
Peki neden?..
ABD İLE NORMALLEŞME İHTİMALİ!..
Bir de “iç” ritm var ondan…
Seçimler çok doğal olarak siyasiler tarafından-diğer tüm icraat kalemlerinde olduğu gibi-dış politika uygulamalarının da birinci şartı olarak görülüyor ve bu zemin kaybolduğu zaman cari ‘Türk dış politikasının” hayata geçirilmesinin sona ereceği, iç desteğin ve mutabakatın bulunmadığı bir küresel ulusal güvenlik bakışının zafiyet geçireceğini görüyorlar. Bu doğrudur.
Asıl kaygılanılması gereken…
Seçimlerin aşılamaması halinde ortaya “Amerika ile normalleşme”nin çıkacak olmasıdır. Bunun anlamı, şimdiye kadar edinilen tüm stratejik, jeo-politik kazanımların toptan kapaklanması ihtimalidir…
Gorbaçov’un tabutu başında Putin’in aklından geçenler…
‘Godfather/Baba’ filminden bir sahne gibiydi.. Putin’in, Sovyetler Birliği’nin son devlet başkanı Gorbaçov’a veda görüntüleri büyük bir dramatizasyon içeriyordu-elbette tasarlanmıştı-ve 1989’da ülkenin çöküşünden bugün yaşanan Ukrayna savaşına uzun ama direkt bir yolu görselleştiriyordu…
Gorbaçov’un, ülkesinde ağır eleştirilere hatta ihanet suçlamalarına uğramasına rağmen Batı’da büyük saygıyla anılması da buna dairdir…
Şimdi uzak gelse de, hepi-topu 32 yıllık bir geçmişten gelen, kronolojik değil politik okumalara göre bir yüzyılı kapatıp diğerini açan, gerçekte ise bugün yaşanan kaotik jeopolitiğin ‘Pandora Kutusu’nu açan adama Putin’in nasıl baktığına ilişkin tereddüt var gibi…
Devlet terbiyesi içinde kalarak bugünün Rus liderliği, Sovyetler’in çöküş dönemi liderlerine karşı “eleştirel”dir ve isimlerini de zikrederek, Rusya ve Batı/ABD arasındaki krizlerin/dengesizliklerin mesulü olarak tarif eder.
Putin’in ağzından çıkmış biçimiyle tam şöyledir…