Batılılaşmanın ara yüzü olarak Türk-İslam sentezciliğine doğru…

04:004/02/2025, Salı
G: 4/02/2025, Salı
Ömer Lekesiz

Muhafazakar/Sağcı edebiyatın , siyasi maksatlarla üretilen -ve etkisi bugünlerde eskisinden çok çok daha baskın olan- Türk-İslam sentezciliğine entelektüel bir zemin oluşturmasının neden ve sonuçları üzerinde duracağım. Ancak bundan önce Naci Çelik Berksoy ’un 1971’de yayımlanan Romanda Hesaplaşma adlı kitabından (‘ve Diğer Yazılar’ alt başlığıyla yeni basımı: Ketebe, İstanbul 2024) konumuzla ilgili birkaç notu iletmek istiyorum. Mesleki unvanı zengindir Naci Çelik’in: Gazeteci, dergi yazarı, film

Muhafazakar/Sağcı edebiyatın
, siyasi maksatlarla üretilen -ve etkisi bugünlerde eskisinden çok çok daha baskın olan- Türk-İslam sentezciliğine
entelektüel bir zemin
oluşturmasının neden ve sonuçları üzerinde duracağım. Ancak bundan önce
Naci Çelik Berksoy
’un 1971’de yayımlanan
Romanda Hesaplaşma
adlı kitabından (‘ve Diğer Yazılar’ alt başlığıyla yeni basımı: Ketebe, İstanbul 2024) konumuzla ilgili birkaç notu iletmek istiyorum.
Mesleki unvanı zengindir Naci Çelik’in: Gazeteci, dergi yazarı, film ve dizi yönetmeni…
Kemal Tahir
’in muhibbi olduğunu,
Türkiye Defteri’nin
kurucuları arasında yer aldığını söylememiz de sanırım ideolojik kimliğini belirtmede yeterli olacaktır.
Bizim
sekülerleşme
genel başlığı altında topladığımız hususu, Naci Çelik -kendi zamanının düşünme ve ifade etme tarzına tabi olarak-
Sağ ve Sol
ayrımı ya da karşıtlığı,
Doğu
-
Batı
ilişkisi ya da çatışması ve
yerlilik
üzerinden okumuştur.

Erken bir ‘aslan sosyal-demokrat’ olarak Naci Çelik, kaleminin keskinliği, kitabın ortasından konuşma cesaretinin yüksekliği nedeniyle, kimi görüşlerinde slogana fazla yaslanmış olsa da konumuz bağlamında ilginç tespitlerde bulunmuştur. Bu yazımda onlardan birkaçını naklettikten sonra edebiyat ve sekülerleşme konusunu kendi bakış açımla ele almayı sürdüreceğim.

Naci Çelik diyor ki:

“Batıcılığın bizim hayatımıza yaramadığı gözden kaçıyordu. Başkalaşan, devrim adıyla ulusal kültürü baltalayan her hareket ardı sıra bir yığın çıkmazı getiriyordu. Romancılarımız çıkmazları görüyorlar, eleştiriyorlar, çıkmazların kökenine inmiyorlardı. En başta, ilke olarak kabullenilmişti bir defa Batıcılık. Dar görüşlülük, çıkmazların toplandığı odak noktasına açamıyordu açısını. Üstelik Batıcılığa karşı çıktıklarında romancılık dünyaları yıkılacaktı, İyisi mi Batıcılığa dört elle sarılıyorlardı. Doğu’yla Batı arasında gezinmeler, bunalmalar genellikle Batıcılığın bir gün yerleşeceği sanısını taşıyordu. Zaten bizce mesele Doğu-Batı karşıtlığında değil, Osmanlı-Batı yanılgısındadır.” (s. 21-22)

“… Halide Edip Adıvar ‘çağdaş Batı uygarlığı düzeyine’ erişmesi istenen ‘modern Türkiye’de’ Batılı kadın örneği olarak da ün kazanır. Kurtuluş Savaşı’na katılışı, özgürlük uğruna didinir görünmesi bu romancıyı Cumhuriyet döneminde ilk adlar arasına sokar. Türkiye’nin ‘küçük Amerika’ olması için Amerikan mandacılığına tapan Halide Edip(in), romanlarında (…) ‘cıbıl kız’ın yaralarını, berelerini zengin ve iyi yürekli Amerikalı merhemler. (…) (s.38)

“(Halide Edip) Amerikan hayranlığını, erkeğe baş eğmeyen kadın tipini bütün romanlarına -yolunu yordamını bulup- sokuşturur. Zaten bütün Cumhuriyetçiler gibi kadın-erkek eşitliğinden kavradığı da ekonomik özgürlük değil; dik başlı, şımarık, kolejli, balıkçılık yapmayı sosyetik ‘şoför Nebahat’ olup marifet sayan (…) türetilmiş burjuva kızlarının davranışlardır.” (s.38) 

“Kişisel gerçeğiyle toplumsal gerçeği her fırsatta birbirine karıştıran Yakup Kadri de tutarsızlıkta Halide Edip’i aratmaz. (s.39)

“…Yakup Kadri romanlarında en büyük ahlaksızlığı evlilik dışı cinsel ilişkide bulunmada, toplum dışı cinsel eğilimlerde aramıştır. Seniha’nın ve Leyla’nın iğrenç kültür yozlaşması kokotluklarının sözde dramında yiter. Yani kuşaklar arasındaki gelenek ve görenek kopukluğu anlatılmak istenirken kendi iradeleriyle o…u olan kızlara gözyaşı dökülür. 

Peyami Safa, Yakup Kadri’nin görüşlerine Müslümanlığı da katarak daha geniş okur kitlesini ardında sürükler. Genç kızların giyinip bezenmeleri, makyaj yapmaları, erkeklerle dans etmeleri bir bölüğünün geneleve düşmesiyle sonuçlanır; bir bölüğü de uçurumun eşiğinden İslam dalına tutunup, sıkı sıkıya sarılıp, görmüş geçirmiş büyüklerinin ve inanmış sevgililerinin bilek güçleri sayesinde kurtulur.” (s.54)

“Ali Nizami Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği (1952) Osmanlı’nın yıkılışındaki sorumsuz mirasyedi kuşağının en güzel örneğidir. Doğu ile Batı arasındaki gidiş gelişleri halk katına indirmez Abdülhak Şinasi Hisar. Doğu-Batı bunaltısını aydınlar özentisi olarak niteler. Gerek Sözde Kızlar gerekse Fatih-Harbiye (1931) Peyami Safa’da bu bunaltıyı köprünün öbür yakasındaki insanlara mal etme çabasını doğurmuştur. Bizce öbür yakadaki insanlar Batı’ya zaten pek yüz vermemişlerdi o sıralar. Ali Nizami Bey geldiği katı, türlü çılgınlıklarla (Serkil Doryan müdavimliği, resim, çiçek, kuş merakı, balık avcılığı, vb.) Batı’ya açar. Paralar suyunu çekince de gelsin şeyhlik... Bu roman Doğu-Batı bunaltısının aydınlar katında dengesizlikten başka bir şey olmadığını vermesiyle değerlidir.” (s.55)  

“Bir bölük romancımızın en büyük özelliği de Anadolu insanı gerçeğini Batı ölçülerine göre bulandırmaktır.” (s.136)

#Aktüel
#Hayat
#Ömer Lekesiz