|
Her seyyah biraz casustur

Büyüklerimizden kimilerinin eserlerini, şimdi onların bir benzerini yapmanın / yazmanın imkânsızlığına teslim olarak efsaneler yoluyla öyle bir büyütüyoruz ki, büyüklerimizin büyüklüğü yapılabilir kimi işlerin önüne kalın bir perde olup geriliveriyor. Öyle ki, kimi cesaret sahiplerinin sonraki işleri bile, bu perdenin önüne geçemiyor, bilakis o perdenin içinde kayboluyor.

Örneğin ihyada İmam Gazali’yi, tasavvufta İbnü’l-Arabi’yi, seyyahlıkta Evliya Çelebi’yi, sanatta Mimar Sinan’ı son had olarak kabul ediyoruz. Onların bıraktıkları izleri bugünün ihtiyaçlarına ve anlayışlarına göre kalınlaştırmak, eserlerini eleştirmek suretiyle daha iyiye -yine onlar sayesinde- yönelmek isteyenleri azarlıyor, en azından sükût suikastına uğratarak ilgili çabaları mezkûr perdenin arkasına havale ediyoruz.

Sanırım geçmişe duyduğumuz özlemi -şimdi buna nostalji diyorlar- sıcak gündemden düşürmeme, din ve millet düşmanlığı olarak tezahür eden yerli laikliğin bu bağlamda unutturmak istediği değerlerimizi ne pahasına olursa olsun koruma kaygı ve gayretimizin bunda büyük bir payı olsa gerektir. Zira muhafaza etme duygusunun, şu ya da bu etkilerle giderek bir tutuculuğa, körleşmeye, despotluğa, zulmü meşrulaştırmaya dönüşeceğine ihtimal vermiyoruz.

Ama öte yandan hayat kendi pratiklerine göre işlemeye devam ettiğinden konumuz bağlamındaki hareketler de muhafazakâr tutumlara, eylemlere rağmen zorunlu olarak devam ediyor.

Yukarıdaki zikrimizde yer alan ihya, tasavvuf ve sanatı çok geniş konular olmaları nedeniyle paranteze alarak, sadece
seyahati
biraz açacak olursak, şu iki seyyah mutlaka önümüze çıkacaktır:
Karçınzade Süleyman Şükrü
(v. 1922?) ile
Habibzade Ahmet Kemal
(v. 1966).
Süleyman Şükrü’nün seyahatnamesi Seyahatü’l- Kübra / Armağan-ı Süleymanî Be-Bargâh-ı Sultanî (Haz.: Hasan Mert, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2013); Habibzade Ahmet Kemal’in eseri ise
Hatıralar -Türkistan, Çin, Şangay ve Rodos
- (Haz.: N. Ahmet Özalp, Büyüyenay Yayınları, İstanbul 2021).

Bu iki ismin ve eserlerinin mutlaka önümüze çıkmalarının nedeni ise, seyahatlerini günümüzün en güncel konuları arasında yer alan Hint Altkıtası, Orta Asya, Doğu Türkistan, İran, Çin, Rusya, Mısır, Kuzey Afrika… hattında yapmış olmalarıdır.

Süleyman Şükrü’nün seyahatini, Süleyman Evliya Çelebi’nin “Şefaat yâ Resulallah” yerine “Seyahat yâ Resulallah” dediği rüyaya isnat ettirmesi ve dolayısıyla Müslümanca bir niyeti ve geleneği tekrar etmesi oldukça ilginçtir.

Tahran sürgününden İstanbul’a dönmek isteyen Süleyman Şükrü, çabalarının sonuçsuzluğuna üzülerek bir gece istihareye yatar. Uykuya yeni daldığı sırada rüyasına giren bir zat ona, başına çok işler gelecek ve çok zahmetler çekecek olsa da sonucu çok çok iyi olacak bir seyahate çıkacağını müjdeleyip, kaybolur. Uyandığında bu müjdeyle teselli olan Süleyman Şükrü, kısa bir süre sonra II. Abdülhamid’in talimatıyla seyahatlerine başlar. Zikrettiğim hatta Korfu adasından başlayıp, Petersburg’da tamamlanan bu seyahatlerini, doğum yeri olan Eğirdir’in tarihiyle başlatıp, Anadolu şehirlerinin bilgilerini kat ederek dış dünyaya dair gözlemleriyle kayda geçirir. İslami ilimleri tahsil etmiş bir hafız olarak Süleyman Şükrü metninde Kur’an’a ve hadislere sıkça başvurur. Vatan ve milletine bağlılığında, İslami gayretinde, Abdülhamid’e itaatinde adeta emsal kabul etmeyen biridir.

Habibzade Ahmet Kemal’in seyahat, gözlem ve faaliyetleriyle ilgili metni Süleyman Şükrü’nünkinden biraz farklıdır. Bu fark, kitabı yayıma hazırlayan N. Ahmet Özalp’in, Sunuş yazısındaki şu cümlelerinden daha iyi anlaşılacaktır:

(Eser) “İdealist bir Osmanlı aydınının, düşünceleri uğruna atıldığı akıl almaz bir serüveni gözler önüne sermesi açısından ne denli ilginçse yüzyılımızın başlarında, Türk dünyasında yaşanan gelenekçilik-yenilikçilik çatışmalarının birinci elden gelen bir belgesi, Türk topluluklarının sosyal ve kültürel durumlarını yansıtması bakımından da o ölçüde önemli.”

Bu manada Habibzade Ahmet Kemal, seyahat görevi İttihatçılar tarafından verilmiş, eğitimci, kültür işçisi gözükara bir münevverdir.

Konunun son tahlilde casusluğa bağlanması asla olumsuz bir durum değildir. Çünkü her seyyahın biraz casus olması eyleminin bir hakikatidir. Bilgi toplayan anlamında casus, ferdi planda bilgiyi talep eden olmaktan çok, eylemi / seçimi nedeniyle bilgiye maruz kalandır.

Bu iki zatın ve kısaca değindiğimiz eserlerinin üstünden sonuç olarak şunu söyleyebiliriz:

İlim ve kültür bakımından büyüklüğümüz, sadece meşhur büyüklerimizle sınırlı değildir.

#İmam Gazali
#İbnü’l-Arabi
#Evliya Çelebi
#Mimar Sinan
2 yıl önce
Her seyyah biraz casustur
“Uçurumun Kenarı”
Cenaze namazına izin verilmeyen imam
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar