Hayal kırıklığını, hüsranı yaşamak kolay, çok kolay. Umudun beklenmedik anda bir darbe yemesi birden her şeyi altüst edebilir. Her şey birden tarumar olur. Beklenen bir cevap vardır. Onca sevinçler teati edilmiştir. Aşk üzerine diller dökülmüştür. Onun bir bakışını sağlamak için belki aykırı davranışların içine girilmiştir... Aşığın, o hüzünlü gülümseyişi kalbinin içine yerleştirdiğini düşündüğü anda, birden, bir darbe: Sessizliğin çınlamaları! Acaba bir hata mı işlenmiştir? Acaba gönül kırıcı bir kelimeyle mi oynanılmıştır? Bütün bunların cevabını bulmak nerdeyse imkânsızdır. Çünkü daha önceki minicik deneyimler bütün bunların olmazlığını, olmaması gerektiğini söyleyip dururken, o sabah, karşısına bir merhabanın çıkması beklenirken, hayır, gelen o değil, kocaman bir kaya! Sükûtun buzul kayası...
Kaygı, melankoli, üzüntü, baktığı yeri görememe duygusu, tümü birden onu baskına uğratıyor... Körelmiş bakışlar bir şey söylemek için değil, görüneni örtmek için dalgınlaşmış... Dokunmak isteseniz bir buzula dokunmanın ürpertisi onu karşılayacak... O anda yaşadığı duygu karmaşası salonun ortasına düşmüş bir bomba... Uzun, uzak yıllar önce karşılıklı oturmuş sevgililerin derin bir sohbete daldığı tablo akla gelebilir... Adam, bu tablo aklına geldiği her defasında kelimeye dökülmemiş olan şu soruyu sorar: daha önce neredeydin?
Buradan yaşanmamış bir dünyanın ortamına girilebilir. O, sevgili, asla yaşanmış bir dünyanın içinde yer almadı... O, belki dünyaya bile gelmedi... Bütün bu olup bitenler aslında belki de hiç olmadı...
Bazen şuna benzer şeylerin yaşandığı olur, bir kâbus gibidir: gözden yitmiş sevgilinin ardından onu bulma umuduyla hızlı adımlarla yürüyen âşık orada birden şaşkınlığın çukuruna yuvarlanır: gözleri lâbirentin görünmez noktasına çakılı olarak git gide o kör noktaya doğru kayıplara karışır... Gene yürümeyi sürdürür, inat eder.
Fakat o da ne!
O yürüdükçe hedef de onunla birlikte yürümeye başlar... İşte, panik orada, onu bekliyor. Çılgınca koşsa da içindeki ses ona ulaşamayacağını haykırıyor: budala, nereye gidiyorsun, o yok, aslında sen de yoksun... Yer birden yarılıverir, bütün arayışlar boşa çıkar. Ortalarda ne sevgili vardır, ne başka bir şey... Ancak yıllar sonra göreceği fotoğrafta panik içinde aradığı sevgili tam da dirseğinin dibinde duruyordur... Kahrolmaz mısın! Birazcık önünü görse sevgiliye dokunabilecekti. Ama artık geçtir, çok geç... Bütün saatler kırılıp parçalanmıştır, yönler yitirilmiştir, yıllar unufak olup gitmiştir... Orta yerde bir hüsran durup onu bekler. Ne berbat bir an... Ne kahrolası bir dolambaç...