Dere tepe düz giderken..

04:0015/12/2025, Pazartesi
G: 15/12/2025, Pazartesi
Süleyman Seyfi Öğün

Merhûm Teoman Duralı, sıkı sık Türkçenin bir soykırıma uğradığını yazar , söylerdi. Bu nitelendirme belki bâzıları açısından ağır kaçmış olabilir. Lâkin dil husûsunda içine düştüğümüz hâl-i perişânı çarpıcı bir şekilde hissettirdiğini unutmamak gerekir. Bir dilin zenginliği tartmak için çeşitli kıstaslar mevcuttur. Bunlardan birisi, daha çok eş anlamlı görünmekle berâber, aralarında hassas farklılıkların olduğu kelimelerin sayılarının o dilde ne kadar yekûn tuttuğudur. Lâtince kökle bir kelime olan

Merhûm Teoman Duralı, sıkı sık Türkçenin bir soykırıma uğradığını yazar , söylerdi. Bu nitelendirme belki bâzıları açısından ağır kaçmış olabilir. Lâkin dil husûsunda içine düştüğümüz hâl-i perişânı çarpıcı bir şekilde hissettirdiğini unutmamak gerekir.


Bir dilin zenginliği tartmak için çeşitli kıstaslar mevcuttur. Bunlardan birisi, daha çok eş anlamlı görünmekle berâber, aralarında hassas farklılıkların olduğu kelimelerin sayılarının o dilde ne kadar yekûn tuttuğudur. Lâtince kökle bir kelime olan tam da
sinonim
bunu anlatır. Bir dilde derinleşmek isteyen herkes bir safhada o dilin sinonim lûgatını elde etmek ister.

Kelimelerin , bilhassa sinonimlerin sayısı azaldıkça beşerî ilişkilerde pek çok tıkanıklık ortaya çıkması mukadder olur. Yâni,
dilde fakirleşme ilişkileri bozar
. Hislerimizi, fikirlerimizi anlatmakta zorlanırız. İfâde imkânları daraldıkça meselelerin hâlledilmesi biraz daha müşkil bir hâle gelir. Buna ilâveten yeni meseleler de hâsıl olur. Pek araştırıldığına şâhit olmadım. Ama günlük hayatta ,
dil fakirleşmesiyle şiddetin tırmanması arasında
bir yakınlık olduğunu zannediyorum. Fâkir bir dil üzerinden meseleleri medenî yollardan hâlletmenin yerini karşısındaki ezerek, hattâ yok ederek neticeye varmak kolaycılığı alır. Evet,
dil kaybının mukadder kıldığı diğer ve daha mühim bir kayıp medenî kayıplar
olsa gerekir.

Elyevm hâkim olan küresel kültür , durumu belki de içinden çıkılmaz seviyelere taşıyıp ağırlaştırıyor. Narsisist bireylerden meydana gelen toplumlar , pek çoğu hastalıklı olan alevli hissiyatlarını en kısa yollardan en keskin eylemelere döküyor. Sistemler,
rekâbetçiliğe dayalı başarı güzellemeleri
üzerinden bireyleri mütemâdiyen günlük hayat mücâdelelerine sürüyor. Esâsen bu sosyal darvinciliğin en ileri safhası. Her yarışma
rakipleri ezmeye, eksiltmeye
dayanır. Bu gayrı insânî hâl , ilerleme için tabiî , kaçınılmaz görülür ve güzellenerek yüceltilir.
Kutsanmış rekâbet
ve bunun neticesinde elde edilmiş başarıların,
kaybedenleri nasıl bir yıkıma sürüklediği
, arkasında nasıl bir enkâz bıraktığına ise hiç bakılmaz. Başarı, ister tekil ,ister takım seviyesinde olsun her zamân için tekil bir durumdur.
Başarının tekilliği, çokluğun kaybını anlatır.
1960’larda, Anglosakson dünyâda başlayan ve daha sonra, bilhassa Sovyetlerin çöküşünden sonra iyice şımararak azgınlaşan rekâbetçi kültür ideoloji ve pratikleri tekmil dünyâya yayılarak hegemonik bir nitelik kazandı. Bu, vahşi rekabetçiliğin doğurduğu veyâ doğuracağı muhtemel dengesizlikler önünde şöyle böyle de olsa târihî bir direnç vazifesi gören mevcut kamusal blokları dağıttı. O günlerde çok az sayıda insan bu gidişâtın çok kötü neticeler doğuracağını söylüyor ; köhnemiş kamusalcı modellerin yerine yeni modeller üretilmesi gerektiğini yazıp çiziyordu. Ama bunlara revâ görülen muamele,
alaycı bir küçümseme ve dinazorluk suçlamasıydı.

Kritik olan hususlardan birisi de,
başarının kıstaslarının yozlaşmasıydı.
Aydınlanmadan başlayan ve asırların kraliçesi olan 19.Asırda burjuva değerleriyle sulanan, zihnî ve ruhî zenginleşme kıstaslarına yerleştirilen başarı modelleri hızla gözden düşüyor;
başarının kıstasları en kaba mânâda ekonomikleşiyor ve materyalistleşiyordu.
Bunun yegâne karşılığı tüketimde olabilirdi. Tüketim kapitalizmi tam da bunu karşılar. Artık modası geçmiş olan
başarı kıstasının toplumsallığa tahvili, kendisini başarmak temelinde tamamlamış olan bireysel başarı birikimlerinin orkestrasyonundan
ibâretti. Hâlbuki yeni başarı modelindeki kıstas, doğrudan ve daha bidâyette rekâbete açılıyor ve pozitif mânasından arındırılarak negatifleşiyor; doğrudan başkalarını eksiltmek istikâmetine taşınıyordu. Tam tüketici-eksik tüketici arasındaki fark başarının yegâne göstergesiydi. Kendisine hiçbir zihnî ve rûhî yatırım yapmamış bireylerin vahşî bir rekâbet neticesinde varlık kazandırmasının tüketimdeki karşılığı ne olabilirdi ki? Bunun da en az hazırlık ve birikim safhalarının nitelikleriyle uyumlu olması şaşırtıcı olmayacaktır.
Vahşî yollardan elde edilen servetlerin tüketimi de en az o kadar vahşî olacaktır.
Her vahşî tüketim kendisinden sonra gelecek olan tüketim evresini en az bir kat daha vahşîleştirmesi mukadderdir. Tüketim bir tarz-ı hayât hâline geldiğinde bunun bir doyum noktası yakalaması da mümkün olmaktan çıkar.
Her bir tüketim safhası bizi doyurmak için değil, açlığımızı daha derinden hissettirmeye hasredilmiştir.
Her bir tüketim safhası kendi marjinalitesini doğurmak için yaşanır.

Vahşi bir arena olan tüketim kamusallıkları (!) dili ve onun inceliklerini fazlalık olarak görür. Burada dillerin inceliklerine olan ihtiyaç hızla erir. .Sahicilik saplantısı ve onun erdemlerine katıksız sadâkat mutlaktır.
Sâhicilik ve doğrudanlığın erdemi(1) dili devre dışı bırakır.
Çığlık atmak, bağırmak, çağırmak,tehdit etmek , hakaret etmek , katıla katıla gülmek ve hıçkıra hıçkıra ağlamak gibi doğrudan boşalım yolları varken dile fazlaca ihtiyaç duymazsınız. (Siz, o tekmil dünyâda seyredilen bir Türk TV dizilerinde tek bir sahnenin, oyuncuların birbirine tuhaf tuhaf bakmadığı, bağırıp çağırmadan ve kavga etmeden sona erdiğini gördünüz mü?).

Bunun bir noktadan sonra taşınabilir olmaktan çıkıp bir insanlık cinnetine yol açmasının mukadder olduğunu düşünmek için çok sebep var. Küresel ekonomik sistemin (!) ve onun hâkim kültürünün insan fıtratına mugayir bir târihî pratik olduğunu artık yavaş yavaş idrâk ediyoruz. Küresel rakamlar târihin en aşırı eşitsizlik ve fakirleşme evresini idrâk etmekte olduğumuzu gösteriyor. Akılcılık, işbilirlik, fırsatçılık gibi kavramlarla güzellenen çarpık ekonomizmin bize hediyesi bu oldu.
Ne tuhaf; artık kazanmaya alışmış olanlar da kaybetmeye başladı.
Kendi kurdukları ve oradan beslendikleri “sistemin” dişlilerine onlar da bir çok şeylerini kaptırmaya başladıklarını görüyorlar. Ama hâlâ akıllandıkları söylenemez. Tam aksine ekonomizmin dilini daha da aşırılaştırıyor ve en çıplak hâle büründürüyorlar. 90’ların dünyâsı ile 2000’lerin ilk çeyreğini idrâk ettiğimiz bugün arasındaki fark,
aynı akımın ilkinde kablolu diğerinde ise çıplak tellerle
verilmesidir. Trump sürecin aykırı figürü değil, bizzat neticesidir. Çok dramatik bir gelişme olarak diplomasi dilinin tasfiyesi ve meselâ ABD’nin işadamlarının diplomatlığa soyunması durumu kavratıcı olsa gerekir.

Hâsılı dilsiz, vahşî bir târihin içinden geçiyoruz. Masallar haklı mıymış acaba? Hani, dere tepe düz giderken aslında bir arpa boyu bile gidemedik mi yoksa? Kanibalist genlerimiz hâla diri mi kaldı?

#Türkçe
#dil
#Teoman Duralı