|
İslamcılık, çoğulculuk ve sekülerleşme

İslamcılığın iktidar, muhalefet ve genel olarak hayat karşısındaki farklılaşan halleri kaçınılmaz olarak İslamcılığın farklılaşması ve çeşitlenmesi sorununu beraberinde getirir. Konu tam da İslamcılığın çoğulculaşması meselesine gelmişken Etyen Mahçupyan mevzuya yerinde bir soruyla girdi: "İslamcı olmadığını söyleyen Müslümanları, İslam''ın ana referans kaynaklarını bu şekilde okumayan dindarları nereye koyacaksınız? Bu tür dindarlar sayıca artar ve İslam''ı tanımlama noktasına gelirlerse ne yapacaksınız?"

Gerçekten de "Müslüman isminin İslamcı bir iradeyi mündemiç" veya "her Müslümanın bizzarure İslamcı" olduğunun varsayıldığı bir zeminde farklı İslamcılıkların oluşması da mukadderdir. Çünkü bir yandan siyasal her türlü ayrışmaya açık bir düzeydir, bir yandan da İslamcılığın İslam''ın kendisi olmadığı, onun İslam''ın belli tarihlerdeki Müslümanlarca bir yorumu olduğu gerçeği karşısında herkesin İslam''dan aynı şeyi anlaması mümkün olmayacaktır. Bu durum Mahçupyan''a göre kaçınılmaz olarak göreceliğe, oradan da sekülerliğe götürür, çünkü, siyasallık bu göreceleşmeyi kaçınılmaz olarak beraberinde getiriyor.

Öncelikle bu durumun hiç de yeni olmadığını, ilk zamanlardan beri Müslümanlar arasında bu çoğulculaşmanın Müslümanların en tabii hallerinden biri olduğunu hatırlatarak başlayalım. İkincisi, Mahçupyan burada sekülerliği İslamcılığa karşı ayrı bir cephe olarak değil, İslamcılığın kendi içindeki bir gelişme olarak resmediyor ki, şahsen ben de bunun sekülerleşmeye karşı daha somut, daha elle tutulur bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Böyle bakınca tıpkı İslamcılık gibi, dünyevileşme olarak sekülerleşmenin de bugüne ait bir şey olmadığını kabul etmek gerekecek.

Sekülerleşmeyi genellikle modern çağda Müslümanları etkisi altına alan, Müslümanların haricinden Müslümanlara empoze edilen sistematik bir tahribat girişimi olarak alan yaklaşımlara aşinayız. Revaçta olan yaklaşım bundan ibaret zaten. Buna karşılık Mahçupyan''ın sekülerleşmeye yaklaşımı Müslümanların kendi eylemlerine veya tercihlerine bağlı olarak gerçekleşen bir yanına dikkat etmemizi sağlıyor.

Ancak, üçüncüsü, bu sekülerleşmenin kaynağı Mahçupyan''ın düşündüğü gibi çoğullaşmadan veya göreceleşmeden kaynaklanan bir siyasallaşmadan değil tam aksine apolitikleşmeden kaynaklanan bir eğilim olabilir. Çoğullaşmanın veya siyasallaşmanın zorunlu olarak sekülerleşme getirdiği çıkarsaması bana göre aceleye getirilmiş bir çıkarsama. Ali Bulaç''ın da değindiği gibi tarih boyunca İslam içinde bir sürü ayrışma olmuş, bugün de olmaktadır; bu ayrışmaların grupları daha fazla sekülerleştirmiş olduğu veya olacağı söylenemez. Aksine din üzerinde çoğul bir tartışma dini daha fazla gündemde tutmakta, dinsel hakikat üzerinde daha fazla iddianın rekabeti dini söylemin otoritesini daha da fazla pekiştirmektedir. Bu konuda sosyolojik bazı araştırmalar da (Rodney Stark, Roger Finke, Massimo Introvigne gibi), çoğulculuğun fazla olduğu yerlerde, dindarlık düzeyinin ve dini örgütlenmelerin çok daha güçlü olduğunu kaydeder.

Dördüncüsü, sekülerleşmenin alternatifi Mahçupyan''ın düşündüğü gibi toplumun tamamının yekpare bir hiyerarşi içinde örgütlendiği ataerkil bir cemaat birliği değil. Böyle bir birliğin daha dindar, daha uhrevi olacağının bir garantisi olmadığı gibi, dindar yapılardan böyle bir birliği sağlamalarının beklenmesi hele bunu sağlamalarının varlıklarının yegane koşulu olarak sunulması da ayrıca tuhaf kaçıyor. Mahçupyan buradan hareketle sonraki yazısında dindara siyaset yolunu neredeyse tamamen kapatıyor. Çünkü ona göre dindar veya İslamcı üzerinde tartışma olmayan mutlak doğrulardan hareket ettiği için tabiatı gereği müzakereyi gerektiren siyasette dindarlığını koruyarak varlık göstermesi neredeyse imkansız. Buradan çıkarabileceğimiz önemli bir sonuç, siyaset alanını hiç bir ilkesi olmayan, hiç bir vazgeçilmez çizgisi olmayan insanların belirlediği.

Böyle bir şey midir Mahçupyan''ın tasarladığı siyasallık? Veya fiiliyatta gerçekten böyle mi işliyor siyaset? Siyaset alanı ifade edilsin veya edilmesin, referans verilsin veya verilmesin zaten bir şekilde kırmızı çizgileri olan insanlar arasındaki bir müzakere değil mi? İster AB süreci olsun, ister İsrail''in uluslararası gündemin merkezinde olduğu dünya siyaseti olsun, dinden soyutlanmış bir siyasal alan gösterebilir mi? Belki kendisi zaten bunu eleştiriyordur, o zaman kendisiyle tutarlı bir çizgi sürdürmüş olur, ama şimdiye kadar bildiğimiz gerçek dünyanın bundan ibaret olduğu gözardı edilebileek gerçekler değil, hele bu olmayan gerçeklikten sekülerleşme ve siyaset arasındaki ilişkilere dair normatif düzeye kayan çıkarsamalar yapmak da mümkün değil.

Gerçi bütün İslamcı hareketlerin neredeyse ortak bir söylem olarak bir itihad-ı İslam, vahdet, urvetu''l-vuskâ arzuları vardır. Çoğullaşma her fırkanın bu birliğin kendi bayrağı altında gerçekleşme mücadelesini de içerebilir ve dönem dönem bazı gruplar toplumun dinsel çoğulculuğuna yüksek bir saygı temelinde olması koşuluyla en azından siyasi birliği sağlar ve bu esnada büyük çıkışlar ortaya koyabilir. Imaduddun ve Nurettin Zengilerle başlayan ve Selahaddin Eyyubi döneminde gerçekleşen Kudüs''ün fethi, mesela, tamamen mezheplerle, beyliklerle ve gruplarla ayrışıp parçalanmış bir İslam ümmetindeki bu ortak değer ve arzunun harekete geçirilmesiyle gerçekleşmişti. Sonradan Osmanlı''nın bütün İslam dünyasında sağladığı ve altı asır devam etmiş birlik de böylesi bir birlik olmuştur ama hiç bir İslami siyasi birlik pratiği Müslüman toplum içindeki çoğulculuğu gidermeyi düşünmemiştir.

Genelde çoğulculuğun içerdiği rekabet sonuçta her fırkanın kendinin dine daha fazla bağlı olduğunu kanıtlama çabasıyla devam ederken toplamda sekülerleşmede bir gerileme, İslam''ın iktidarında ise bir artış meydana gelir. Bu esnada gerçekleşen faklılık ve çoğulculaşma bizatihi İslamcılık aleyhine sekülerleşme lehine işleyen bir durum yaratmaz yani.

Buradan ikinci noktaya geri dönmemiz gerekiyor. Yani, Mahçupyan''ın sekülerleşme tanımına bir katkı olarak İslamcılığın tarihiyle yanyana giden ve Müslümanların hayatında hep bir yerde bir kapı olarak, bir yol olarak, onların bir tercihi olarak duran bir sekülerleşme eğilimine..

Devam edeceğiz.

12 yıl önce
İslamcılık, çoğulculuk ve sekülerleşme
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’