Tüm kimliklerden öte o benim önce dedem. Dedemin ismini duyunca içim titriyor. Ben onu tanıma keyfine ne yazık ki erişemedim. Tüm bunlardan da öte canım anneciğimin babası. Canımdan biri…
Küçüklüğümde evde hep konuşulurdu. Fakat ilkokula başladığımda bunu daha net hissettim. Herkes bana onun torunu gibi yaklaşıyordu. İlkokulda bunun güzelliklerini çok gördüm. Başöğretmenim beni Mehmet Akif'in yadigarı olan en küçük torun sıfatıyla severdi.
Müziğe karşı bir kabiliyetim vardı. O yüzden İstiklal Marşı'nı çok küçükken öğrendim. Allah'tan güzel okurdum İstiklal Marşı'nı, o nedenle hep bana okuturlardı.
Eğitim yaşamımda hiç zorluk çekmedim. O yıllarda tabi bütün gün okulda olurduk. Sakin bir talebeydim, evde de sevilen bir çocuktum. Ailenin en küçüğüydüm. Ablamla aramızda bir hayli yaş farkı var o nedenle ablacığımda beni çocuğu gibi sevmiştir. Dayım bize çok iyi baktı. Yattığı yer cennet olsun. İyi büyüdük ve iyi bakıldık.
Koskoca bir isim. Özellikle geçtiğimiz yıl Mehmet Akif yılı olmasıyla ne kadar çok sevildiğini daha iyi anladım. Arayanlar oldu. Bizi Kastamonu'ya davet ettiler. Kastamonu günleri hayatında önemli bir yer tutuyordu. Oradaki çocukların "Boynuma sarılıp ne olur gitmeyin burada kalın" diye ısrar etmeleri çok güzel bir duyguydu.
Maddiyatı hiç önemsemiyorum. Çünkü kendisi de maddiyattan çok uzak biriydi. Manevi anlamda onun torunu olmak çok büyük bir onur.
Aslında dedemin çok mektubu var. Ancak ortaya çıkanlar, elimizdekiler bu saydıklarınız kadar. Sadece ailesine değil, dostlarına da çok mektup yazarmış.
Dedem insanların hayatlarıyla detaylı olarak ilgilenirdi. Aslında sıkılgan ve utangaç bir insan. İstiklal Marşı TBMM'de okunurken başını eğerek dinlemiş, hatta bir ara dışarı çıkmış. Alkış seven bir insan değildi ve övülmekten hoşlanmazdı. Ablama hitaben yazdığı Ferda Hanım şiirinde ne kadar umut dolu olduğunu görüyoruz.
Ben geç dünyaya geldiğimi için yetişememişim. Tabi ki özlem duyuyorum, bana da bir şiir yazmasını çok isterdim.
Öyle. İkimizin ismini de dedem koymuş zaten. Ferda ve Selma olsun demiş. Annem ilk kızına Ferda, ben doğunca da Selma koymuşlar.
Evet, selamete ermiş kişi demek. Dedemi görmeyi çok isterdim.
"Dedeciğim" der boyuna sarılırdım.
Çok düşkündü. Annem ile ayrılığımız toplasanız bir buçuk yılı geçmez. Evliliğimde de yanımdaydı. Gün geçmezdi ki "Babamı, annemi çok özledim" demesin. Hep "Babacım, annecim" diye konuşurdu. Özlemi belli olurdu. Son zamanlarda benim dışımda pek kimseyi tanıyamaz olmuştu. 93 yaşında vefat etti. Vefatından önce: Televizyon kapanmadan önce İstiklal Marşı okunurdu. O İstiklal Marşı'nı ne zaman duysa saygısından oturuşunu düzeltirdi. Çok büyük sevgisi ve saygısı vardı.
Dedemin şiirleri dikkat ederseniz, yaşadığı ve gördüğü olaylarla bir belgesel niteliği taşır. Söylemleri bulunduğu yılın yetmiş yıl sonrasını da anlatıyordu. Mehmet Akif, şairliğinin dışında dinine çok bağlı bir insandı. Fakat bu hiçbir zaman yobazca olmadı. Asım'ı yurt dışına gönderir ve ona "Avrupa'nın ilmini al buraya gel, burada uygulayacaksın" der. Gelenekleri, dine bağlılığı millet, bayrak ve toprak sevgisini çok önemserdi.
Evet. Karlı bir kış günü arkadaşıyla buluşmak için sözleşiyor. Anadolu yakasına geçmesi gerekiyor ancak hava şartları yüzünden tek tük vapur işliyor. Zor bela dedem kalkıp Beylerbeyi'ne geliyor. Kapıyı çalıyor, arkadaşının evde olmadığını görünce kırılıyor ve üç ay boyunca konuşmuyor. "Sözüm namustur, ancak ölürsem sözümden dönerim" diyen biriydi.
Kendisinin kimseden bir talebi olmadı. Ne ödül gibi bir beklentisi vardı, ne de bundan dolayı özel bir muamele görmek istedi. İstiklal Marşı için verilen parayı bile gazilere, dul ve yetimlere bağışladı.
Yeterince anlaşılmadı. Ancak kendisi de buna pek kafa yormadı. O kendi tarzında şiirler yazarak insanları uyanışa çağırmıştı. Milli Mücadele döneminde manevi bir lider olarak çalışmış ve Anadolu'da ayak basılmadık yer bırakmamıştı. Tüm insanlara Milli Mücadele'nin ne kadar önemli olduğunu ve bu toprakların kaybedilmesi halinde gidecek bir yerimizin olmadığını söylemiştir.
"Ya bu vatanı koruyacağız ya da uğrunda öleceğiz" diyen o dur. Emin dayımı da yanına alarak TBMM Ankara'dan taşınmasına karşı çıktı. "Ölürsek hep birlikte ölelim" dedi. En en büyük korkusu, çocukların ve kadınların düşmanın eline düşmesiydi.
Bu konu beni de hep çok yaralamıştır. Üstelik Atatürk'ün çok değer verdiği bir isimdi. Kuran-ı tercüme etmesi için dedeme görev veriyor ve "Bunu bizzat siz yapabilirsiniz" diyor. Ayrıca Milli Mücadele için dedemi Ankara'ya davet eden de oydu.
Siyaset, dedemin hiç sevmediği bir şeydi. O sanat, şiir ve kitaplarıyla uğraşmak istiyordu. Milletvekili olmak gibi bir hayali yoktu. Fakat bir ara işsiz kalmış. Onun gibi Milli Mücadele'de rol almış birçok isimin mahkemede yargılanmaları ve hapis yatmaları onu çok yaralamış ve kendisine yapılmış gibi hissetmiş. Çünkü haksızlığa hiç tahammülü yoktu. Hatta o yüzden Ziraat Mektebi'nden istifa etmiştir.
Manevi bir liderdi. Belki de birgün gerçek bir lider olabileceğini düşünmüş olabilirler. Çünkü peşine hafiye takılacak biri değildi. Süleyman Nazif, Şerif Muhiddin Targan, gibi insanlarla ahbaplık kurmuş biri. Burada bakmakla yükümlü olduğu bir ailesi vardı. Bir taraftan para da kazanması gerekiyordu.
Hayatı zor, ancak o dönemde yaşayan kişilerin çoğunun hayatı zor. Mithat Cemal birgün eve geliyor ve evde sekiz çocuk olduğunu fark ediyor. Dedemin beş tane çocuğu olduğunu biliyor ancak "Bu üç çocuk nereden geldi?" diye düşünüyor.
Dedem Ziraat Mektebi'nde çok sevdiği bir arkadaşıyla" Eğer birimiz önce ölürse çocuklarına diğeri baksın" diye aralarında anlaşıyorlar. Nitekim arkadaşı ölüyor, onun üç çocuğunu dedem yanına alıyor. Ben uzunca bir zaman onları öz teyzelerim olarak biliyordum. Süheyla Karan'a Süheyla Teyze derdik.
Abbas Halim Paşa'nın daveti üzerine gidiyor. Hem oradaki üniversitede ders vermek hem de kızlarına Farsça, Osmanlıca eğitimi vermek için. Mısır'a çok gidip gelmiş. Orada kendisine yer tahsis edilmiş. O dönemin prensi dedemi çok severmiş. Bir yerde kendini gönüllü sürgün etmiş oraya.
Çünkü İsmet Hanım sürekli yanındaydı. Onu çok seyrek olarak İstanbul'a gönderirmiş. Babamla beraber şarkta kaldığı için çocuklarını özlermiş. Ara sıra gelirmiş ancak onun dışında hep Mısır'daymış.
Evet. Bütün evini ve çocuklarını bırakarak Anadolu'ya gidiyor. Ondan bir yıl haber alamıyorlar. Para pul yok. Sadece yanlarında Halil diye bir yardımcıları varmış annem de parasızlıktan onun işine son vermek zorunda kalıyor. Halil Bey de "Yok Hanımım siz bana emanetsiniz ben hiçbir yere gitmem" deyip koruyup kollamaya devam ediyor.
Evet. Eşten, dosttan veresiye alıyorlarmış. Sonra dedem para gönderdiğinde borçlarını kapatmışlar. O yıllarda evlerde doğru düzgün ekmek yok. Varlıklı kişiler eve un veya ekmek gönderir ancak anneannem kesinlikle kabul etmezmiş. "Komşum açken ben nasıl beyaz ekmek yerim" dermiş. Annem "Yediğimiz ekmeklerin sıkınca suyu çıkardı" derdi.
O haberler annemle Beyoğlu'nda oturduğumuz dönemde çıktı. Bizim eve kayyum bakıyordu. Ermenilerden kalan bir evdi. Sahipleri vefat etmişti. Kayyum anneme "Bir hafta içinde evi boşaltacaksınız" diyor. Ben çok sinirlendim. Akademiden bir arkadaşım "Hasan Pulur dedeni çok severdi ona haber ver" dedi. Haber verdim. Bu konuyla ilgili gazetede yazı yazdı. Ertesi gün bizim sokak Türkiye'nin her yerinden gelen insanlarla doldu. Telefon edenler mektup yazanlar oldu. Ancak hiçbir zaman sefalet içinde olmadık.
Sefillik bakış açısına göre değişiyor. Kendi yağımızla kavrulduk. Fakat evimiz yoktu. Kiracıydık ve "Evden çık" dendiğinde çıkmak zorundaydık.
Emin Dayım çok talihsiz bir insandı. Bir takım arkadaşlarından kötü alışkanlıklar edindi. Kendini kurtaramadı, onun durumu dedem için büyük bir hüsran oldu. Belki de hastalığına sebep olan nedenlerden biri buydu. Dedem bir mektubunda Emin Dayım için "Hasta, artık kurtulamaz" diyor.
Hayır. Evden çıkarılma olayı olmasaydı, devletten hiç bir talebimiz yoktu. Bize Kadıköy'de Misak-i Milli Sokağı'nda vilayete bağlı bir yerde küçük müstakil bir ev buldular. Yaklaşık 9 yıl orada oturduk. Yardım etmediler diyemem ancak o olaya kadar biz bir şey istemedik.
Mehmet Akif sadece bir yılla sınırlandırılacak biri değil. Bunu dedem olduğu için söylemiyorum. Araştırması gereken çok yönü var. Karakterinin iyi anlaşılması lazım. Son çıkan kitapta sadece şiirler yok kendisi de anlatılıyor.
Ankara'daki Taceddin Dergahı belediye tarafından restore edildi. Orada küçük bir müzesi var. Mısır Apartmanı'nı önemsiyorum. Onun kaldığı oda bir türlü tespit edilemiyor. İkinci katta dışarıya bakan bir oda olduğu var sayılıyor. O apartmanın Mehmet Akif Ersoy kültür evi olmasını ve sanat icra edilmesini isterdim.
Başımızdan geçen talihsiz hadiseler döneminde ismimizin anılmasını istemedik. Ev meselesinde olduğu gibi... Çünkü kendisinin para ve mal ile ilgisi yoktu. Dürüstlükten hiçbir zaman caymadık. Ne olursa olsun gerçeği söyledik.
Öyleyiz galiba. Herşeyden kendime bir üzüntü payı çıkarıyorum. Sanıyorum yaşımın da gereği olarak böyle. Özellikle hayvanlara dayanamıyorum.
Çok anlatırdı. Zaten en büyük pişmanlığım anlattıklarını kayıt altına almamaktır. Hiç aklıma gelmedi bir gün gideceği. İnsanın hep yanında olacak sanıyor.
Dinine bağlı olmak ayıp değil. İnsanın dinini sevmesi en başta yapması gereken şeydir. Ben de dinini seven biriyim. Dedemin hurafelere inancı yoktu. Yobazlığa karşıydı. Keşke hepimiz okuyup da yalan yanlış olarak değil de doğru düzgün uygulayabilsek. Dedemin inancı nedeniyle dışlanmasını önemsemiyorum.
Dedemin karakteri böyledi. Ailemizde onun izinden gitti. Mecbur kalmadıkça dedemin ismini kullanmadık. Çekilen sıkıntılardan isyan edecek noktaya geldiğiniz oluyor. "Bunlara layık değiliz" diyorsunuz. Çok sıkıntı çektik, çok büyük borçlar altında kaldık. Fakat büyük yardımlar da gördük. Elimizden tutanlardan Allah razı olsun.
Büyüklerimiz zamanında İnkılap Yayınevi'ne vermişler. Alınan telifi de kardeşler aralarında paylaşmış. Yetmiş sene doluncaya dek hakları İnkılap Kitap evindeydi. Ama onun dışında birçok yayın evi bastı. Sonraki basılanlardan bir şey almadık. Biliyorsunuz yetmiş yıldan sonra telif hakkı kalmıyor. 75 yıl oldu. Kitabın yazarı Mustafa ve Fatih Bey bizi bir şekilde buldular. "Gençler İçin Safahat kitabı satılırsa size telif hakkı vermek istiyoruz" dediler. Çok mutlu oldum, sevinçten ağladım.
Borçlarımızı kapatacağız.
İkisi vefat etti. Büyük teyzemden bir kuzenim kaldı. Ortanca teyzemden bir kuzenim var. Bir de ablamla ben kaldık. Dört kuzeniz. Görüşürüz. Birbimize gidip gelemesek de telefonlaşır halimizi hatırımızı sorarız. Kuzenler arasında en genci benim. Yaşadıklarımızdan sonra bende kendimi eve kapattım.