Milliyetçilik ve ulusalcılık nereye kadar?

Doç. Dr. İbrahim Aydın (*)
00:0022/01/2007, الإثنين
G: 21/01/2007, الأحد
Yeni Şafak
Milliyetçilik ve ulusalcılık nereye kadar?
Milliyetçilik ve ulusalcılık nereye kadar?

Milliyetçilik ile ulusalcılık doku uyuşmazlığı olan iki kavramdır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde siyasal iktidara karşı oluşturulan "red cephesi"ne yani doğrudan doğruya halk iradesine karşı milliyetçi değerlerin kurban edilmesi kabul edilemez

Hrant Dink ve Ogün Samast bambaşka bir ortamda karşılaşsa sadece tartışacak ve birbirini ikna etmeye çalışacaklardı. Fakat katil henüz 17 yaşında.

Gelen ilk haberler onun başkaları tarafından yönlendirildiği yönünde. Onu yönlendirdiği söylenen ve gözaltına alınan Yusuf Hayal'in 24 Ekim 2004 tarihinde Trabzon'daki Mc Donald's şubesine ses bombası atarak 6 kişinin yaralanmasına neden olmak suçundan tutuklanıp 11 ay hapis yattığını öğreniyoruz. Ama bir cinayet bu kadar basit olabilir mi? Sanmıyorum. Eminim arkası gelecektir.

Cinayet ilk duyulduğuna gözler kendilerini milliyetçi-ulusalcı olarak tanıtan gruplara yönelmiştir. Çünkü bu grupları, özellikle TCK'nın 301. maddesinde yargılanan yazarların yargılanmasında hem müdahil hem de protesto edenler olarak biliyoruz. Milliyetçilik ve ulusalcılık İki farklı anlam dünyası. Nasıl bir aradalar? Bu birliktelik ne kadar mümkün?

Kimilerine göre iç ve dış çatışmayı körükleyen çağdışı bir ideoloji, kimilerine göre bir milletin bağımsızlık, uygarlık ve kalkınma çabalarında ihtiyaç duyulan sinerjinin ana kaynağı. Milliyetçilik. Gerçek şu ki tarihsel süreçte milliyetçiliğe yüklenen anlam, zaman ve mekâna göre değişmekte. Etnik yapıyı esas alan mikro milliyetçilikten, milletlerarası rekabetin temel dinamiği pozitif bir milliyetçililiğe kadar.

Fransız İhtilali'nden sonra siyasi bir karakter kazanan milliyetçiliğin ülkemizdeki algılanışı, aslında son derecede sağlam bir zemine dayanır. Milliyetçiliğin yerel niteliklerinin evrensel karakterli İslam inancıyla sen-tezlenmesi sonucu oluşan bu yeni paradigma, pozitif milliyetçiliğin en güzel örneklerinden biri sayılır. Tekdüze olmayan bir toplumda "kültürel birliktelik" üzerine dayanan bu anlayış, devletin üniter yapısı açısından da muazzam bir alt yapı hazırlamıştır.

MİLLET VE SEÇKİNLER FARKI

Milliyetçi düşünce sisteminin ülkemizdeki serüveni açısından 12 Eylül 1980 bir milattır. Bu tarihe kadar milliyetçilik ideolojisi, mevcut düzene karşı sosyal, siyasal ve ekonomik konularda alternatif çözümler ileri sürer. Ancak bu tavır, askeri darbe ile dramatik bir şekilde sonlanır. Milliyetçi ve devlet yanlısı olduklarına inandırılarak kavgaya itilen bireylere, ihtilal sonrası Konsey tarafından çok ağır bedellerin ödetilmesi, bir neslin hayalindeki "kutsal devlet"in tüm parametrelerini parçalar. Büyük bir travmadan sonra fikir dünyasında hafıza kaybına uğrayan, üstelik de yol haritası yok edilen milliyetçi düşünce mensupları, son 25 yıllık süreçte, liberalizmden "milli sol"a kadar geniş bir yelpazede savrula geldiler. İşte bu zemin kaymasının sonucudur ki, son günlerde -özellikle siyaset dünyasında- milliyetçilik kavramı gittikçe kaypak bir zemine çekilmekte, bu bağlamda milliyetçilik ve ulusalcılık aynı formatta topluma sunularak militarizme çanak tutulmaktadır.

Milliyetçilik ile ulusalcılık doku uyuşmazlığı olan iki kavramdır aslında. Çünkü milliyetçiliğin siyasi öznesi millettir. Pozitif milliyetçilik sivil inisiyatiften beslenir ve bu konsept, halk egemenliğinin üstündeki her objeyi kökten reddeder. Kısacası, milliyetçilik demokrasiden, ulusalcılık ise doğrudan doğruya militarist nitelikli değerler dizisinden beslenir.

Ulusalcılık, seçkinlere ait bir projedir ve merkezde yegâne güç olarak bürokratik devleti tanır. Kaynağını milletten alsa da, sivil siyasetin tüm unsurları, bu asal güç tarafından devletin her alanında göz hapsinde tutulurlar.

Milliyetçilik ve ulusalcılık arasında var olan en kalın çizgi, manevi dünyaya bakıştaki keskin farklılıktır. Milliyetçilik, karakteristik olarak -tutuculuktan uzak- muhafazakâr bir yapı gerektirir. Hâlbuki bu ülkede "ulusalcı" görünebilmenin en temel şartı, manevi hassasiyetlerden arınmışlığı açık bir şekilde kanıtlamaktan geçer. Kısacası milliyetçilikten ulusalcılığa temayüz, aynı zamanda milliyetçiliğin ana unsurlarından bir sapma anlamına gelir. Ve aslında bir post modern mankurtlaştırma hareketinden başka bir şey değildir bu değişim...

Aksiyoner milliyetçilik -geçmişte olduğu gibi- geleneksel devlet politikaları ile halkın çıkarlarının ne oranda örtüştüğünü sorgulamak zorundadır. Milliyetçilik, yönetilenlerin çıkarlarına sahip çıktığı oranda meşruiyet kazanır. Bu nedenledir ki, toplumsal taleplerin siyasal alana taşınmasında, milliyetçilerin fonksiyonel olarak rol alması gerekir.

Militer demokrasi özlemcilerinin, sahip oldukları güç merkezlerini kaybetmemek adına örtülü ya da açık olarak verdikleri mücadele ortadadır. Bu bağlamda, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde siyasal iktidara karşı oluşturulan "red cephesi"ni genişletmek için sık sık milliyetçi söylemlere de yer ve-rilmesi kaçınılmaz görünüyor. Doğrudan doğruya halk iradesine karşı yürütülen bu yapılanmada, milliyetçilik gibi ulvi bir değerin çarpık siyasete kurban edilmesi kabul edilemez bir durumdur. Asıl şaşırtıcı olan, milliyetçiliğin pozitif niteliklerinden sapma çabaları karşısında, "milliyetçi" oldukları şüphe götürmeyen entelektüellerin inanılmaz suskunluğudur.

MİLİTARİZMİ REDDEDEBİLEN MİLLİYETÇİLİK MÜMKÜN MÜ

Mitoloji, efsane ve hamasetten beslenen bir milliyetçilik, umut taciri siyasetçilerin dışında kimsenin derdine bir çare olamaz. Milliyetçilik kendi içine kıvrılmış, kapalı bir sistem değildir. Pozitif milliyetçilikte reel hedef, ülkeyi kalkındırmak, çağdaş uygarlık düzeyini yakalamak ve böylece bireylerin yaşama kalitesini yükseltmektir. Üzücü olan şudur ki, 35-40 yıllık bir süreçte, milliyetçi düşünceye yeni açılımlar kazandıracak bir Erol Güngör gibi fikir adamının yokluğu, son günlerde lümpenlikten beslenen bir milliyetçilik anlayışının hayat bulmasında en büyük etkendir. Görsel ve yazılı basında vizyonsuz, çapsız, çatışmacı, militarist karakterleri ve fakat aynı zamanda milli değerlere sık sık vurgu yapan hayal kahramanlarının artışı başka nasıl açıklanabilir?

Milliyetçiliğin kavruklaştırılmasına, militarizm ile ilişkilendirilmesine karşı çıkmak en başta milliyetçilerin görevi olmalı. Milletin demokratik kararları hiçe sayılarak, otoriter devletin çıkarlarını pekiştirmeye yönelik olarak kurgulanan ve mevcut statüko ile tam uyumlu bir paradigmayı, milliyetçilik olarak takdim etmenin ne anlamı vardır ki. "Daha çok nasıl üreteceğiz, nasıl satacağız ve dünya yaşama indeksinde ülkemizin 92.'likten ilk sıralara nasıl taşıyacağız" sorularına cevap aramayan bir milliyetçilik konsepti, elbette ki hamasetin dışında hiçbir şey üretemez.

Ve düşüncelerinden dolayı bir canın alınması hiç bir hamasete sığmaz.

* 19 Mayıs Üniversitesi Öğretim Üyesi